Şambala, Atlantis ve Batık Kıta Mu
Şambala’ ya değinmeden evvel, Atlantis hakkında kısa da olsa bir bilgi edinmek gerekir. İnsanlığın ulaşmış olduğu en yüksek uygarlık seviyesi olan Mu uygarlığının çevresi yavru uygarlıklarla çevriliydi. Bu yavru uygarlıklardan biri de Atlantis uygarlığıydı.
Bugün, her iki uygarlık hakkında bazı çevreler tarafından efsanevi tanımlaması yapılıyor olsa da onların varlıkları bilimsel araştırmalar ve arkeolojik bulgularla her geçen gün biraz daha gerçeklik kazanıyor. Platon (Eflatun), Atlantis ile ilgili olarak ilk yazdığı eseri Timea (Timaios) ve daha sonra M.Ö.345 yılında yazdığı Kritias’ da kaynak olarak M.Ö.7.yüzyılda yaşamış olan ateşe ve politikacı Solon’u gösteriyordu. Solon M.Ö.590 da Mısır’a gitmiş ve Mısırlı rahiplerden kadim bilgiler edinmişti. Bu bilgiler Atlantis’te yaşam şeklinin yanı sıra Mısır uygarlığının köklerinin Mu ve Atlantis’e dayalı olduğuna ilişkindi. Atlantis’in yaşadığı kıyametin en belirgin delili, yaşanan deprem ve su taşkınları sonucu kıtanın batışının ardından Atlantik Okyanusu’nun, Atlantis’in varolduğu kabul edilen bölgesinde denizin bir çamur ve yosun tabakasıyla geçit vermez oluşundan ötürü Mısır’ın batı ülkeleriyle bağlantısının kesilmiş olmasıydı. Jeolojik olaraksa, Atlantik Okyanusu’nun dibi ve yatağı burada bölgesel çökme olduğunu göstermektedir. Buna benzer birçok kanıt sunulabilir. Evet Atlantis vardı ve battı yani kıyameti yaşadı ve nedeni bize hiçte yabancı olmayan bir kavram EGO…
Lemurya (MU)
Dünya insanları ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu’nun üzerinde Bulunan, Lemurya diğer bir adıyla Mu kıtasında kurdular. İlk koloninin kurucuları olan bu insanlar, hayatın tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli olduğu bir Lyra / Sirius uygarlığı oluşturdular. Sonra 850.000 yıl boyunca Lemuryalılar bir dizi yavru imparatorluk kurarak dünyaya yayılmaya başladılar. Bu imparatorluklardan en önemlisi, Atlantik okyanusunun ortasında bulunan büyük bir ada olan Atlantis idi. İnsanları, kültüre, bilime, sanata oldukça düşkündüler çoğunluk kızıl ırktaydı. Yönetim şekli sosyalist eğilimli monarşiydi. Din adamları, devrin en bilgili kadın ve erkekleriydiler, hekimlik de yapıyorlardı.
Üç Atlantis İmparatorluğu
Atlantis tarihi üç imparatorluğa ayrılır. İlki M.Ö.400.000 yılından 25.000 yılına kadar uzanan Lemurya ile aynı zamanlarda varolan ve Lemurya’nın yıkımını planlayan Eski İmparatorluktur. İkinci İmparatorluk M.Ö.25.000 yılından 15.000 yılına kadar uzanan dünya gezegeninin ilk gerçek hiyerarşik yönetimine sahne olan Orta İmparatorluktur. Sonuncusu ise Atlantis tarihinin son 5.000 yılını kapsayan nihai çatışma ve yıkıma neden olan Yeni İmparatorluktur. Atlantis başında ayrı kralları olan on bölgeden oluşuyordu. Atlant krallığının ilk yasası, birbirlerine karşı silah kullanmamak ve hücuma uğramaları halinde birbirlerine yardım etmekti. Atlantis’in doğal kaynakları sınırsızdı. Köprü ve kanallar ülkenin çeşitli bölgelerini birleştiriyor, büyük limanlardan kalkan gemiler dünyanın her yerine gidiyordu. Bu büyük imparatorluk Helen devletlerine en kudretli oldukları devirde hücum ettiler ve bilgelik, başkasının egemenliğini tanıma yolundan saptılar.
Birinoğulları ve Belialoğulları
Atlantis batışından önce üç kez tufana uğramıştır. İlk tufanın nedeni günümüzde sıklıkla kullanılan kimyasal maddeler ve silahlardır. Toplum yönetiminde hakim olan ve ışığı temsil eden Birinoğulları bir tanrı, bir eş kurallarını toplumda yerleştirmeye çalışırlarken, karanlığı temsil eden Belialoğullarının bu kurallar hiç işlerine gelmiyordu, onlar toplumsal normları hiçe sayıyordu, maddesel, sefahat eğilimli, şiddete dayalı bir hayat biçimleri vardı. Toplum hayatında bu iki grubun anlaşmazlığı gittikçe artıyor, bu da iç savaşlara ve huzursuzluklara neden oluyordu.
Atlantisteki ikinci tufan ise M.Ö.28.000’e doğru gerçekleşti. Atlantisliler ilk tufanın şokunu atlattıktan sonra hızlı bir toparlanış dönemi geçirdiler. Bu ikinci dönemde elektrik ve elektronik alanında önemli buluşlar yaptılar. Uranyumdan elde edilen atom enerjisini taşımacılıkta kullandılar. Laser gibi ışıklı şuaları keşfettiler. En önemli bilimsel başarıları güneş enerjisine hakim olmalarıydı. Bu dönemde insan bedeni kristallerden çıkan şuaların hafifletilmiş bir uygulaması ile gençleştirilebiliyordu. Belialoğullarının’da etkisiyle insanların genleriyle oynamışlar ve mutasyona uğramış olan insanları köle olarak kullanmışlardır.
İnsanlarda önceleri 12 sarmallı olan DNA yapısını iki sarmala indirmişlerdir. Öfke, korkular, şiddet eğilimi, telepati yeteneğimizin azalması gibi olumsuz durumlar insan ırkının bu sarmallarının yok edilmesi sonucu oluşmuştur. Kendilerini tanrıyla eş koştular ve acımasızlaştılar. O sıralar dünyanın iki tane ayı vardı. Şimdiki ayın dörtte üçü büyüklüğündeki ayı, spiral çizen bir yörüngeye soktular. Uzay gemileri ve çekme ışınlarını kullanarak dünyanın aylarından birini Logranj, yani kritik kütle konumu noktasına yaklaştırdılar ve parçacık ışın silahlarıyla ayı parçalayıp, kendilerine rakip gördükleri Lemurya imparatorluğunu yok ettiler ve yer kürenin dengesini bozdular. Tapınaklarda insanlar kurban edilmeye başlandı, doğa güçleri kötüye kullanıldı, dünyada isyanlar ve kaos yaşanmaya başlandı. Lemurya’nın yavru imparatorlukları, Atlantislilerin zulmünden kaçmak için Himalaya’lara ve oradan da yerin altına sığınarak bugün Agarta ve Şambala denilen beşinci boyutsal bir uygarlık kurdular, sonrasında da Atlantis yok oldu.
Belialoğulları, dünya üzerinde yaşayan insanların bilgiden uzaklaşması için çeşitli faaliyetlere girişti. Dünya üzerinde yaşayan bazı insanlarla temasa geçerek, onları kendi felsefeleri doğrultusunda eğittiler. Bunların başında da Adolf Hitler gelmektedir. Bu grubun tek amacı vardı: İnsanları ezoterik bilgilerden uzak tutmak. Üyeleri dünyada önemli güç noktalarını ele geçirmiştir. Halen dünya üzerinde devam eden çıkar savaşlarında ve büyük güçlerin arkasında bu mücadele vardır. İnsanlığın bilgi ve düşünce gücü olarak gerilediği dönemlerin artık sonuna gelindiği söylenmektedir. Yani dünya üzerinde Şambala etkisinin azaldığı ve Agarta, Mu kültürünün tekrar yükselişe geçtiği bir süreci yaşamaktayız.
Şambala’nın Yeri
Yaradılış, enerjitik ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. Bunlardan en katı bölümü Lütosfer denen taş küre ki yedinci enerjitik seviyeyi ifade eder, altıncı enerjitik katman Hidrosfer denen sıvı bölüm, üçüncü bölüm veya katman gazların teşkil ettiği Atmosfer ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız dördüncü, üçüncü, ikinci ve birinci eter dediğimiz enerjitik katmanlardır. Birinci eterden itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjitik katmana bölünmüştür. Şambala dediğimiz enerji ve inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır.
Şambala’nın Misyonu
Şambala dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Maddeyi ruha karşı güçlü kılmak ister, insanların madde hakimiyeti savaşında madde esaretini tetikleyen ve ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Gerektiğinde şiddete de başvurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların tetiklemesi sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan bütün faaliyetler Şambala’nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkar. Şambala ve Agarta’yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitifi, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu hep karşı kutup şeklinde yanlış anlaşılmıştır. Şambala faaliyetlerini Agarta’dan ayırmış, kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir odaktır. Agarta’da, Şambala’da üzerine düşen vazifeyi yapmaktadır. Örneğin; Agarta sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına, Şambala’da tepe çakrasına tekabül etmektedir. Agarta Yaradanın sevgisini yeryüzünde sunarken, Şambala Yaradanın iradesini yeryüzünde sunmaktadır.
Agarta ve Şambala yeryüzünde yaşayan tüm biyolojik yapıların, Ruhsal İdare Mekanizması’nın dünya planetindeki eli, ayağı, kolu vazifesini gören tesir odaklarıdır. Agarta ve Şambala dünya kurulduğundan beri vardır. Şambala’da Agarta gibi bu dünyanın içinde değişik vibrasyon kalitesiyle görev yapan bir tesir odağıdır. Kendilerine has özel bedenler kullanmak suretiyle, bu dünya malı olmayan enkarnasyonları bu dünyaya adapte etmek görevini üstlenmişlerdir. Bu dünyada vazife görecek varlıkların ilk uğrak yerleridir.
Ademe secde etmeyen, bu adem oğlu kuşağına bağlı olmayan, dünya tekamül sürecine bağlı olmayan ve dolayısıyla dünya yasalarına da bağlı olmayan varlıklardır. Dünya yasalarını istedikleri gibi tasarruf altına alıp kullanabilen ve aynı zamanda hiçbirinden sorumlu olmayan görevlilerdir. Sorumlu olmamak, yaptığı hiçbir eylemin astraline işlenmemesi demektir. Dolayısıyla vebali de yoktur.
Agarta ve Şambala birbirinin destekleyicisidir. Alınan bilgilere göre, 1985 yılına kadar Şambala’nın kontrolünde bir dünya gelişimi sürdürüldü. Sonrasında Agarta işi devraldı. Dünyanın yatay tüm teknolojik değişimi Şambala’dır.
Agarta ve Şambala varlıklarına misafir öğretmenler ya da yedek öğretmenler diyebiliriz. Gelirler görevlerini bitirip, bir sonrakine tekrar gelirler. Bir, iki enkarnasyon sonra geçici olarak dünyaya enkarne olacak, doğacak, bu dünyaya vazifeli olarak inecek ya da inmiş varlıkların adaptasyon işlemlerini sağlarlar. Onların bedenlerini, biyolojik yapılarını, ana rahminden itibaren alır, doğumlarına kadar hatta olgunlaşma süreçlerine kadar tanzim ve tertip ederler.
İnsan neslinin tekamül etmesi için dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana gelen mizansenler, olaylar, birçok sosyal, askeri, kültürel, dini hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta bilgeleri ve Şambala güçleri vardır. Bu arada büyük önder Atatürk’ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğu bildirilmektedir.
Hitler
Şambala misyonunun dünyada en büyük etkinliklerinden biri İkinci Dünya Savaşı ve Hitler Almanyasıdır. Hitler Almanyası bütünüyle Majik bir gruptur. Ancak majinin buradaki anlamı büyücülük değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve İlahi İrade Yasaları yönünde kullanmaktır.
Nazi partisi, devleti sadece 500 kişiyle ele geçirmiştir bu normalde mümkün değildir. Aslında burada ana ve gizli hedef Sovyet Rusya’da reenkarnasyon yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışcı Hiperboreen enkarnasyonlarını daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Dışarıdan devletlerin didişmesi gibi görünen savaşın perde arkasında aslında bir kozmik mücadele yatmaktadır. Hitlerin ekibindeki Karl Haushofer Hindistan, Japonya ve Tibet’te okült çalışmalarda bulunmuş ve inisiyasyondan geçmiştir. Düşman güçlerinin saldıracağı saati, bölgeleri hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar önceden haber verebiliyordu. Hitler’de psişik yeteneklere sahipti Amerikan başkanı Roosvelt’in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir. Meydanlarda ve radyolarda yaptığı konuşmalarda ses majisi tekniğini uygulamaktaydı ve böylece geniş halk kitlelerini etkisi altına alıp, obsede edip, kendine ve Nazizme bağlıyordu.
Gamalı Haç Sembolü
Bu sembol yapılan araştırmalara göre Mu uygarlığından gelmektedir. Sembolün anlamı eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce büyük bir sır olarak saklanmış, bu sır sadece gizli eğitimden geçen rahiplere açıklanmıştır. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agartha ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler bu sembolü Tibet’teki gizli çalışmaları sırasında Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrenmişlerdir. Böylece sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından bayraklaştırılmıştır. Gamalı Haç’ta maalesef tıpkı Rune Bağlamaları gibi aslının çok dışında kullanılmıştır.
Şambala Öğretisi Aslında Nedir?
Şambala öğretileri, dünyanın sorunlarını çözebilecek temel bir erdemin herkesin içinde bulunduğu bilgisine dayanır. Bu erdem hiçbir kültüre veya dine ait değildir ve ne doğudan, ne de batıdan gelmektedir. Bu daha çok birçok kültürde ve tarihin birçok yerinde varolmuş bir savaşçılık geleneğidir.
Yakın zamanda batılı bilim adamları, Şambala’nın Orta Asya’daki Zhang-Zhung Krallığı gibi tarihi kayıtlara geçmiş bir krallık olduğunu öne sürdü fakat bazı bilim adamları da Şambala hikayesinin tamamen efsanevi olduğuna inanmaktadır. Şambala’nın kurgu olduğunu düşünerek göz ardı etmek kolaydır fakat Şambala öğretisinin iyi ve tatmin edici bir yaşama ulaşmak için, kökleri derinlere inen ve tümüyle doğal bir insan isteğinden bahsedildiğini görmek mümkündür.
Şambala misyonunun nesnel bir yer olarak değil de, her insanın içinde potansiyel olarak bulunan aydınlığın ve akıl sağlığının temeli veya kökü olarak gören bir gelenek uzun süredir Tibet Budizmi öğretmenleri arasında süregelmektedir. Böyle bir bakış açısıyla önemli olan Şambala’nın gerçek olup olmadığı ya da yeri değil ki birçok yazılı metin ve kaynak, tebliğler gerçek olduğunu göstermektedir önemli olan felsefesini anlayıp, uygulayabilmektir.
Şambala aynı zamanda bir savaşçılık geleneğidir ancak buradaki savaşçılık başkalarıyla savaşmak değildir çünkü öfke sorunlarımızın kaynağıdır, çözümü değil. Burada kullanılan savaşçılık insan cesareti ya da korkusuzluğudur.
Savaşçılığın anahtarı ve Şambala görüşünün ilk ilkesi kim olduğumuzdan korkmamamızdır. Bu da tamamıyla cesaretin tanımıdır. Şambala öğretisine göre, dünyanın büyük sorunları karşısında aynı zamanda hem kahraman, hem de nazik olabiliriz. Şambala görüşü bencilliğin tersidir ve bencillik aslında korkularımızdan kaynaklanır. Şambala görüşünün özü, başkaları için aydınlanmış bir toplum yaratmak üzere dünyaya esas olarak ne verebileceğimizi keşfetmemiz gerektiğidir. Gerçek iyiliği keşfetmek, en basit deneyimlerin bile değerini bilmekten, hayatımıza nasıl baktığımızı, sıradan hayatla olan ilişkimizi farketmemizden ve ortaya çıkarmamızdan geçer.
Temel iyiliğin keşfi, özellikle dini bir deneyim değildir. Bu daha çok, içinde bulunduğumuz gerçek dünya ile, gerçek ile uğraşabildiğimizi ve onu deneyimleyebildiğimizi anlamamızdır. Hayatlarımızdaki temel iyiliği deneyimlemek, kendimizi akıllı ve düzgün bir insan olarak düşünmemizi ve dünyayı bir tehdit olarak görmememizi sağlar. Hayatımızın gerçek ve iyi olduğunu hissettiğimizde, kendimizi veya başkalarını aldatmamıza gerek kalmaz. Eksikliklerimizi, pişmanlık veya yetersizlik duymadan kabullenebiliriz ve aynı zamanda da, başkalarına iyilik yapma potansiyelimizin farkına varırız. Gerçeği dosdoğru söyleyebilir, tümüyle açık olabilir ve aynı anda da metin olabiliriz.
İnsanlar kendilerine karşı sempati ve nezaket duymadıkları için başkalarına karşı da uyumsuz ve karmaşık oluyorlar. Hayatımızı takdir etmek yerine, varoluşumuzu hafife alıyoruz ve bu yüzden de kendimizi kendimize açamıyoruz. Bir bedene ve zihne sahip olduğumuzdan, çevremizdeki dünyayı algılayabiliriz bu yüzden bedenimiz ve zihnimiz çok önemlidir ve var olmak harikulade birşeydir.
Şambala geleneğinde, kendimize karşı nezaketi ve dünyamıza karşı takdiri geliştirmenin yolu oturarak yapılan meditasyondur. Bu binlerce yıllık bir gelenektir. Zihnimizi ve bedenimizi uyumlu hale getirmenin bu yolu kendimizi basit hissettirir, farklı olmadığımızı, tam tersine sıradan olduğumuzu düşünürüz. Bir savaşçı olarak sadece yerimizde otururuz ve bu durumdan bireysel bir erdem doğar. Şambala geleneğinin meditasyon uygulaması kişileri, kendilerine karşı açık ve dürüst olmaları yönünde eğitir.
Şambala öğretisinin esası şu andaki durumumuzun üzerinde kişisel olarak çalışmaktır. İnsanların temelde iyi olduğu söylenirken demek istenen, insanın her türlü güce sahip olduğu ve bu nedenle de çevresiyle bir savaş içerisine girmesine gerek olmadığıdır. Temel iyilik sahip olduğumuz, bize doğumumuzla birlikte verilmiş bir şeydir. Temel iyiliği kavramanın ilk adımı elimizde olanı takdir etmektir fakat sonra ne olduğumuzu, nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu, ne zamanda olduğumuzu ve insan olarak nasıl olduğumuzu daha derin bir şekilde incelemeye başlamaktır yani tam bir farkındalık halidir.
Şambala geleneğinin esaslarından biri de korkusuzluktur. Korkusuzluğu deneyimlemek için önce korkuyu yaşamak gerekir. Korkaklığın özü, korku gerçeğinin farkına varmak değildir. Korku birçok şekle bürünür. Ölüm, mevki, yetersizlik korkusu gibi. Zihnimizi korkudan uzaklaştırmak için kullandığımız sayısız yöntem vardır. Yatıştırıcı ilaçlar, yoga, televizyon seyretmek, gazete okumak, veya alkol almak gibi. Korkunun anlaşılması gerekir. Korkumuzun farkına varmalı ve onunla uzlaşmalıyız. Yürüyüşümüze, konuşmamıza, hareketlerimize, tırnaklarımızı yiyişimize, ellerimizi gereksiz yere ceplerimize sokuşumuza bakmalıyız. Bu yolla korkunun nasıl huzursuzluk şeklinde ortaya çıktığını anlayabiliriz.
Gerçek korkusuzluk korkunun azaltılması değil, korkunun ötesine geçmektir. Korkunun ötesine geçmek, korkumuzu yani endişemizi, çekingenliğimizi, kaygımızı ve huzursuzluğumuzu incelemekle başlar. Şambala geleneğinde, korkusuzluğu keşfetmek insan kalbinin yumuşaklığını işlemekten geçer. Şambala öğretisine göre ideal savaşçılık, savaşçının üzüntülü ve şefkatli olmasıdır, bu nedenle de aynı derecede cesur olabilir. Kalpte duyulan bu üzüntü olmadan, cesaret aynı bir Çin çay bardağı gibi kırılgandır. Yere düşürürseniz kırılır veya çatlar fakat savaşçının cesareti lake bir kupa gibidir, içi tahtadandır ve üstünde lake katmanları vardır. Kupa yere düşerse kırılmaz, sıçrar. Aynı zamanda hem yumuşak hem de serttir.
Temel iyiliğin dışavurumu içten gelen, canlı, güçlü bir nezakettir. Bu anlamda nezaket, şüphenin olmaması yani şüphesizliktir. Şüphenin yokluğu, kalbinize, kendinize inanmaktır. Şüphesiz olmak, kendimizle bağlantı kurduğumuz, zihnimizin ve bedenimizin eş zamanlı hale gelişini deneyimlediğimiz anlamına gelir. Zihnimiz ve bedenimiz eş zamanlı hale geldiğinde, işte o zaman şüphelerimiz silinir. Zihni ve bedeni eş zamanlamak, nasıl insan olacağımız, duyularımızı, zihnimizi ve bedenimizi nasıl birlikte kullanacağımızla ilgili temel bir ilkedir. Bedeni bir kameraya, zihni de kameranın içindeki filme benzetebiliriz. Kameranın açılma ve kapanma hızı, içindeki filmin hızına göre düzgünce ayarlandığında güzel ve doğru fotoğraflar çekebiliriz çünkü kamerayı ve filmi eş zamanlamışızdır. Zihin ve bedeni eş zamanlamak, dünyayla ne şekilde bağlantı kurduğumuz ve kendimizi nasıl eş zamanladığımızla da ilgilidir. Bu sürecin iki aşaması vardır, bakmak ve görmek. Dikkatle ve sorgulayarak bakmak ve sonrasında da tüm baktıklarımızı detaylıca görebilmek. Dünyayı algılarken lisana ihtiyaç duymayız. Arzu, öfke, kıskançlık gibi yoğun duyguların dili yoktur. İlk anda yoğun duygular halindedir sonrasında zihnimizde sözler uçuşmaya başlar. “Seni seviyorum” veya “Senden nefret ediyorum” gibi zihnimizde kısa dialoglar oluşur. Zihni ve bedeni eş zamanlamak, lisanın ötesinde, doğrudan bakmak ve görmektir.
Savaşçının her duyusu açıktır; görme, koku, ses, dokunma gibi. Bir ressam gibi çevresinde süregelen herşeyi takdir eder. Deneyimleri yoğun ve çok canlıdır. Yaprakların hışırtısı, düşen yağmur damlasının sesi onun için çok gürültülüdür. Bazen etrafında uçan kelebekler onun için çekilmez olabilir çünkü çok duyarlıdır. Bu duyarlılığından dolayı savaşçı, disiplinini daha da geliştirebilir. Böylece, vazgeçmenin ne olduğunu anlamaya başlar. Şambala görüşündeki vazgeçiş biraz farklıdır. Savaşçı kendisiyle başkaları arasında duvar ören her şeyden vazgeçer. Bir başka deyişle vazgeçmek, bu bakış açısıyla kişiyi daha ulaşılabilir, daha nazik yapar ve daha açık hale getirir. Başkalarının hatırına kendi özerkliğinden vazgeçer hale getirir. Aynı zamanda vazgeçmek beraberinde ayrımcılığı da getirir. Açıklığın özünde, nelerden çekinip, neleri reddetmek ve neleri geliştirip, neleri kabul etmekle ilgili bir disiplin vardır. Vazgeçmenin olumlu tarafı yani geliştirdiğimiz tarafımız, başkalarını önemsemektir.
Egoyu eğitmek Şambala öğretisi için çok önemlidir. Egoyu eğitmeden savaşçı olamazsınız. Egonun olduğu yerde kafamız kendimizle, kendi planlarımızla doludur. Başkalarını düşünmek yerine kendi egomuzla ilgileniriz. Günlük dilde kullanılan “kendisiyle dolu olmak” deyimi bu tür bir kendini beğenmişliği ve yanlış gururu anlatır. Vazgeçmek ise bencilliği yenen bir tutumdur.
Disiplin çoğunlukla ceza ile, kurallar koymakla, otoriteyle veya kontrolle özdeşleştirilir fakat Şambala geleneğinde disiplin, nasıl tümüyle nazik ve samimi olunabileceği ile ilgilidir. Disiplin, bencilliğin üstesinden gelmek ve egomuzu eğitmekle alakalıdır. Savaşçının disiplini inişli çıkışlı değildir ve her şeyi kapsar. Bu nedenle de güneşe benzer. Güneş doğduğu her yere ışığını da götürür, güneş ışığı her yeri kapsar. Aynı şekilde savaşçının disiplini de seçici değildir. Farkındalığını ve duyarlılığını daima geliştirir, disiplini ve kendini adamışlığı inişli çıkışlı değildir.
Savaşçılık disiplininin uygulanması sonucunda, hırstan ve manasız davranışlardan vazgeçmeyi öğreniriz. Bunun sonucunda da iyi bir denge geliştiririz. Bu denge, bir duruma takılıp kalmakla değil, gökyüzü ve yeryüzü ile arkadaşlık kurmakla oluşur. Yeryüzü çekim kuvvetini, mantığı temsil eder. Gökyüzü ise; dik durabileceğimiz, başımızı, omzumuzu dik tutabileceğimiz sonsuz uzayın görüntüsünü veya deneyimlenmesini temsil eder. Dengeyi kurmak bu mantığı ve vizyonu birleştirmekten veya başka bir deyişle yetilerimizi bu doğal akışla birleştirmekten geçer. Savaşçı için kendini akışa bırakmak, özgürlüğü deneyimleyebilmek üzere disiplin içindeyken rahatlamaktır. Buradaki özgürlük çılgın veya kafasına buyruk olmak değildir. Bu daha çok, bir insan olarak varoluşumuzu tümüyle deneyebilmemiz için kendimizi serbest bırakmaktır, diğer bir anlamıyla teslimiyettir.
Geçmişi onurlandırmak tek başına dünyanın sorunlarını çözmez. Geleneklerimiz ve bugünkü hayat deneyimimiz arasındaki bağı bulmamız gerekir. Anda var olmak veya şu anın büyüsü, geçmişin bilgisiyle bugünün bilgisini birleştirir. Bir resmi, müziği veya edebi eseri takdir ettiğimizde, ne zaman yaratılmış olursa olsun, onu şimdi takdir ederiz. Yaratıldığı andaki varoluşu deneyimleriz. Her zaman şimdidir. Anda varoluşu deneyimlemenin yolu, şu anın, hayatımızın şu dakikasının her zaman önemli olduğunu anlamaktır. Yani tam bu noktada, nerede ve ne olduğumuzu düşünmek çok önemlidir. Ev ve aile hayatımızın öneminin bir nedeni de budur. Evimizi kutsal görmeliyiz, anda varoluşu deneyimlemek için altın bir fırsat olduğunu düşünmeliyiz. Kutsallığı takdir etmek basitçe hayatımızın tüm detaylarıyla ilgilenmekle başlar. İlgi, farkındalığı hayatımızda geçen olaylara uyarlamaktır. Yemek yaparken, araba kullanırken, bebeğimizin bezini değiştirirken ve hatta biriyle tartışırken bile, içinde olduğumuz farkındalığı. Bu tür bir farkındalık, anda varoluşun önündeki engelleri kaldırır. Önemli nokta şimdidir. Anı deneyimleyemiyorsak, başka bir şimdi arıyoruz demektir ve bu da bozuk bir düşüncedir ve imkansızdır. Böyle davranırsak, sadece geçmiş ve gelecek zaman var olabilir ama şimdi ve şu an kaybolur gider.
Çok kibirliysek nezaketimizi yok ederiz ve eğer nezaketimizi yok edersek, uyanma şansımızı da yok etmiş oluruz. Bu nedenle de sezgisel açıklığımızı kullanamayız ve başkalarına açılamayız. Tam tersine müthiş bir öfke geliştiririz. Öfke tüm temeli yıkar, etrafımız havalı, kibirli ve kendini beğenmiş insanlarla dolu bir hal alır çünkü sadece onlarla anlaşabiliriz tabii buna anlaşmak denebilirse. Kibirli insanlar parlak kırmızıyı ve maviyi, beyazı ve turuncuyu göremez. Kendileriyle o kadar meşguldürler ve başkalarıyla o kadar çok çekişirler ki, etraflarına bakmazlar bile.
Kibir ve nezaketsizlik, davranış alışkanlıklarına bağlı kalmaktan doğar. Alışkanlıklar refleks gibidir; şaşırdığımızda, paniklediğimizde, saldırıya uğradığımızda kendimizi koruruz, alışkanlıklarımızı, bilincimizi saklamak için kullanırız. Kendimizi yetersiz hissettiğimizde imajımızı tamamlamak için alışkanlıklarımıza başvururuz, yetersizliklerimizi başkalarından gizlemek için bahaneler uydururuz.
Alışkanlıklarımızı kendimizi örtmek ve inşa etmek için kullanırız. Japonların yergi olarak kullandıkları, kaplan yavrusu anlamına gelen bir terimleri vardır “Toranoko”. Bu; alışkanlıklarına bağlı kalan, korkaklığını saklamak için yetersiz çabalar sarfeden insanlar için kullanılan bir terimdir. Alışkanlıklarımızın üstesinden gelmediğimiz sürece bir “Toranoko” olarak kalmaya mahkumuzdur. Alışkanlıklar tehlikeli ve yıkıcıdır, görmemizi engeller. Alışkanlıklarımız işlediği sürece doğan güneşten çok, fincanımıza konan sineklerle ilgileniriz yani bakmak ve görmek ayrımı…
Dünyadaki büyüyü keşfetmek için, kişisel nevrozdan ve kendimizin de ötesindeki daha geniş görüşleri deneyimlememize engel olan bencil davranışlardan kurtulmalıyız. Bunlar görüşümüzü karartmakla kalmayıp, başkalarına yardım etmek amacıyla kendimizi toparlayıp geliştirebilmemizi de engeller. Şambala öğretisine göre kişisel akıl sağlığımız, insani bir toplum görüşümüze bağlıdır. Zihnimizdeki karmaşa ve öfkenin üstesinden gelmeden toplumun sorunlarını çözmeye çalışırsak çabalarımız ancak varolan sorunların büyümesine katkıda bulunur. Çünkü kendini tanıyan ve bilen bireyler, kendini tanıyan ve bilen toplumlar oluştururlar.
Şambala geleneğinde; cennet, yeryüzü ve insan üçlemesi yer alır. Bunlar basit tanımlarıyla; cennet, üstümüzdeki gök yani Tanrıların mekanıdır, yeryüzü mantıksallığı ve algıları temsil eder, insan ise cennet ve yeryüzüyle uyum içinde yaşamakla alakalıdır. İnanca göre bu uyum sağlanırsa, dört mevsimin ve dünyanın elementlerinin uyumlu olacağı söylenir ve işte o zaman insanlık birleşmeye başlar.
Şambala Öğretisinde Savaşçının 7 Zenginliği Kuralı
Şambala öğretisinde savaşçının yedi zenginliği söz konusudur. Eğer bu yedi zenginliği uygulayabilirse gelişmesi ve daha büyük bir zenginliği deneyimlemesi mümkündür.
Birinci zenginlik bir kraliçeye sahip olmaktır. Kraliçe veya eş, evimizdeki nezihlik prensibini temsil eder. Erdemlerimizi, kötü yönlerimizi yani hayatımızı paylaşabileceğimiz biriyle bir arada yaşadığımızda bu kişiliğimizi açmaya teşvik eder, içimize kapanamayız. Bu bir eş yerine arkadaş grubu ya da kendimizle kurduğumuz arkadaşlıkta olabilir. Temel ilke, ilişkilerimizde bir nezihlik ve sorumluluk duygusu yaratmaktır.
İkinci zenginlik bakandır. Bakan ilkesi, bir danışmana yani mürşide, öğretmene sahip olmak demektir.
Üçüncü zenginlik, korkusuzluğu ve korumayı temsil eden generaldir. General bir arkadaştır, bizi korumaya ve bize yardım etmeye, her durumda gerekeni yapmaya bir engeli olmadığından korkusuz olan bir arkadaştır.
Dördüncü zenginlik attır. At; sanayileşmeyi, çok çalışmayı ve belli yerlerde çaba göstermeyi temsil eder. Böylelikle tembellikte sıkışıp kalmaz, devamlı ilerler ve hayatımızdaki durumlarla başa çıkarız.
Beşinci zenginlik sarsılmazlığı temsil eden fildir. Aldanmanın veya karmaşanın rüzgarlarıyla sürüklenmezsiniz. Bir fil gibi sarsılmaz olmak zorundasınızdır.
Altıncı zenginlik cömertlikle bağlantılı olan, dilekleri yerine getiren mücevherdir. Önceki ilkeleri uygulayarak elde ettiğimiz zenginlikle misafirperver, açık ve esprili olarak bu zenginliği dağıtırız.
Yedinci zenginlik çarktır. Geleneksel olarak tüm evrenin yöneticisi elinde altın bir çark tutar, sadece bu dünyayı yöneten hükümdar da demir bir çarka sahiptir. Şambala’nın yöneticilerinin bu dünya üzerinde hüküm sürdüklerinden demir bir çarka sahip oldukları söylenir. Kişisel anlamda çark, dünya üstündeki hükmümüzü temsil eder. Hayatımızın dizginlerini tümüyle elimizde tutarsak, yaşamımızdaki şeref ve zenginliği de yüceltebiliriz. Şambala’daki bu zenginlik anlayışına göre, dünyanın sorunlarını çözmek istiyorsak öncelikle kendi evimizi ve kişisel hayatımızı bir düzene oturtmalıyız.
Aslında Agarta ve Şambala her yerdedir. Eğer yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu, idrakli ve bilgili olur, bilgece yaşarsak mutlaka bu merkezlerden gelecek tesirlerle kontak kurabilir, her türlü destek ve yardımı alabiliriz. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin güvence altına alındığı bu yeraltı ülkesinin destanı görebilene muhteşem bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
KAYNAKLAR :
– Kayıp Kıta Mu – James Churchward
– Batık Kıta Mu’ nun Çocukları – James Churchward
– Şambala Savaşçının Kutsal Yolu – Chöngyam Trumpa