Orpheus Kimdir?

  • Home
  • Blog
  • Orpheus Kimdir?
Orpheus Mozaiği

Orpheus Kimdir?

Orpheus Kimdir?

Orpheus Kimdir? Şiirin ve Müziğin Atası, kutsal Yunan’ın can bahşedici dehası ve onun ilahi ruhunu uyandıran kişidir. Onun yedi telli liri tüm evreni birden kucaklamaktaydı. Bu tellerin her biri, insanın ruhunun bir niteliğine karşılık gelmekte ve de bir bilimin ve bir sanatın yasasını içermekteydi. Orfe’nin Yunan’a kazandırdığı bu canlılık tüm Avrupa’ya yine Yunan aracılığıyla iletilmiştir. Orfe, şiirin ve müziğin öncüsü ve atasıdır.

Orfeyi anlatmaya geçmeden önce Orfe’nin doğduğu dönemde Yunan’ın ne durumda olduğuna bir bakalım:

Homeros’tan beş asır, İsa’dan ise on üç asır önceleri yani Musa devriydi. Hint, Kali-Yuga yani koyu karanlıklar çağına gömülmüştü. Asur, dünya için felaket demek olan anarşinin zincirini koparmış ve Asya’yı ezmekle meşguldü. Mısır ise evrensel bozuşmaya ve kokuşmaya olanca gücüyle karşı koymaya çalışmaktaydı. Yunan ise din ve politika yüzünden paramparça olmuştu. Tıpkı Şambala, Atlantis ve batık kıta Mu‘nun hikaye olmadığı gibi Orfe’de sadece mitolojik bir karakter değil aksine büyük inisiyelerden biridir.

Orfe’ye o ışıl ışıl parlaklığını veren ışık bir başka ışıktır. Orfe, çağlar içinde yaratıcı bir dehanın kişisel ışınıyla ışıldamıştı ve onun ruhu, kendi eril enginliklerinde ezeli-ebedi dişilin aşkıyla titreyip durmuştu. Tabiatta, insanlık aleminde ve gökte üçlü bir form halinde yaşayan ve titreşen ezeli-ebedi dişili o, enginliklerinin enginliklerinde bulmuş ve sorularının cevaplarını ondan sağlamıştı. Mabet sunaklarındaki tapınmalar, inisiyelerin bilgileri, şairlerin haykırışları, filozofların sesleri ve de tüm bunlar sonucu ortaya çıkmış olan sonuç, yani eseri olan birleşmiş ve bütünleşmiş bir Yunan bize Orfe’nin reel bir varlık olduğunu gösterecek kanıtlardır.

O sıralarda Trakya derin ve kıran kırana bir mücadele tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktaydı. Güneş kökenli dinler ile ay kökenli dinler arasında üstünlük yarışı sürüp gitmekteydi. Uranos ve Güneş kökenli dinlerin mabetleri yüksek yerlerde ve dağlarda bulunmaktaydı, din adamları erkekti ve yasaları sertti. Ay kökenli dinler ise ormanlarda hüküm sürmekteydi ve bu dinler rahibelerin pençelerinde bulunmaktaydı.Okült sanatların yoldan çıkmış şekli ve sefahat azgınlığı durumundaki ayın usulleri de şehvet arttırıcı nitelik arz etmekteydi. Güneş rahipleri ile Ay rahibeleri arasında öldüresiye bir savaş sürüp gitmekteydi. Bu cinsiyetlerin, eril ve dişi prensiplerin savaşıydı, erkek ile kadın arasındaki savaştı.

O sıralarda, Trakya’da harika denecek seviyede bir cazibeye sahip olan, kral soyundan gelme bir genç ortaya çıkmıştı. Onun bir Apollon rahibesinin oğlu olduğu söylenmekteydi. Tatlı ve latif sesinde acayip bir çekicilik ve sihir mevcuttu. Tanrılar’dan söz ederken sesi, duyulmadık bir ahenkle titreşmekteydi. Bu delikanlının üzerinde bir ilham ehli havası vardı. Sarı saçları yaldızlı dalgalar halinde omuzlarına dökülmekte, dudaklarından etrafa saçılan müzik ise ağzının her iki köşesinde elem ifadeli hoş bir hat oluşturmaktaydı. Derin bakışlı mavi gözlerinden etrafa güç, letafet ve sihir saçılmaktaydı. Fakat Apollon’un oğlu denilen bu delikanlı bir gün aniden ortadan kayboluvermişti. Ölüp cehenneme indiğinden söz edilmeye başlanmıştı. Gizlice Ege’de Trakya sahillerine yakın Samotrake adasına kaçmış, oradan da Mısır’a geçip Menfis rahiplerinin yanına sığınmıştı. Orada rahiplerin sırlar öğretisini izleyip öğrenmiş ve böylece 20 yıllık bir süreden sonra yeni bir inisiyasyon adıyla yurduna geri dönmüştü. Bu yeni isim, çetin eprövler sonucunda hak etmiş olduğu ve misyonunun bir nişanesi olmak üzere mürşitlerinin vermiş olduğu bir isimdi. Artık herkes ona Orfe ya da Arfa diye hitap eder olmuştu. Bu ismin anlamı ışık vasıtasıyla şifa veren demekti.

Orpheus Hikayesi

İlmi, cazibesi ve coşkusu sayesinde Orfe, hemen hemen tüm Trakyalıları peşine takmış, şarap tanrısı Diyonizos’a tapınma dini olan Baküs dinini temelden değiştirmiş ve Diyonizos bayramlarını kutlayan rahibeleri yani Bakantları alt etmişti. Zeus’un Trakya’daki ve Apollon’un Delf’teki saltanatını tesis eden kişi o olmuştu ayrıca ileride Yunan’ın sosyal birlik ve bütünlüğünü sağlayacak olan kurumun yani Anfiksiyon meclisinin temelini atan da o olmuştur. Sonunda sırlar öğretisini tesis etmiş ve böylece ülkesinin dini çatısını kurmuştu. Onun öğretileri aracılığıyla inisiyeler yüce hakikatlerin arı ışığına kavuşmaktaydılar, ancak bu aynı ışık halka daha ılımlı bir görünüm altında sunulmaktaydı, yani şiir yoluyla ve baş döndürücü şenlikler aracılığıyla perdelenmiş bir halde sunulmaktaydı.

Orfe, bir süre sonra Jüpiter mabedinde büyük rahip olmuştur. Bir keresinde, heyecandan rengi solmuş ve hayranlıktan titremeye başlamış bir halde yüce İlham Ehli’nin yani Orfe’nin sözlerini bekleyen Delfli bir müride şu inisiyasyon sözlerini söylemiştir:

“Eşyanın prensibine yani tertemiz esirde alev alev yanmakta ve ışıl ışıl ışıldamakta olan yüce üçleme kadar yükselebilmek için kendi iç aleminin derinliklerine gömül. Bedenini düşüncenin ateşiyle eritip yok et; alev nasıl için için kemirdiği odundan ayrılıp serbestleşiyorsa, sen de maddeden aynı şekilde kopup serbestleş. Ruhun, ezeli-ebedi sebeplere özgü o arı esirin içine (astral alem) ancak o takdirde yükselip dalabilir, tıpkı kartalın Jüpiter’in tahtına yükselişi gibi.”

“Şimdi sana alemlerin sırrını, tabiatın ruhunu ve Tanrı’nın özünü ifşa edeceğim. Önce şu yüce sırrı dinle. Engin göklerde de yeryüzünün derinliklerinde de tek bir varlık hüküm sürmektedir. Bu varlık gürleyen Zeus’tur, yani esiri Zeus’tur. Engin öğüt de odur, kudretli kin de odur, çok latif aşk ve sevgi de odur. O hem yerkürenin derinliklerinde, hem de yıldızlı semalarda hükümrandır. O, eşyanın nefesidir. Önünde hiçbir gücün ayakta duramadığı eril ve dişil ateştir, O bir kraldır, O bir kudrettir, O bir Tanrı’dır, O yüce bir mürşittir.”

“Gök ile yer arasındaki aşkı, özel yol mensubu olmayan kişi bilemez. Zevcin ve zevcenin sırları ancak ilahi insanlara ayan beyan olur. Şimdi sana artık gerçeği söylemek istiyorum. Az önce şu kayalıklar, yıldırımların etkisiyle zangır zangır sallanmaktaydı. Üzerlerine yıldırım canlı bir ateş ve gümbürtülü bir alev halinde düşmekteydi. Onun içinde dağlardaki yankıları sevinç böğürmeleri halinde duyulmaktaydı. Ama sen titreyip duruyordun çünkü o ateşin nerden gelip nereye düştüğünün farkında bile değildin. O ateş eril ateştir, Zeus’un tohumudur, yaratıcı ateştir. O, tüm varlıklarda kıpır kıpır dalgalanır halde mevcut bulunmaktadır. Yıldırım düştüğü anda o, onun sağından fışkırmaktadır. Ama onun rahipleri olan bizler, onun özünü, esasını biliriz, biz onun oklarından korunabiliriz ve hatta bazen onları yönlendirebiliriz bile.”

“Şimdi de şu gökkubbeye bak. Şu parlak takımyıldızlar çemberini, yani üzerine ince samanyolu tülü atılmış olan şu çemberi seyret; gördüğün o ince tül, güneşlerin ve dünyaların tozlarından oluşmadır. Orion’un (Artemis tarafından öldürüldükten sonra takımyıldız haline dönüşmüş olan dev cüsseli, yakışıklı avcı), İkizler’in (Castor ve Pollux adlı çok parlak ve çok yakın yıldızlardan ötürü ikizler adını almış olan takım yıldız) ve Lirin nasıl ışıl ışıl ışıldadıklarına bir bak. Bu gördüklerin Zevcin bestesinin etkisi altında ahenk dolu bir coşkuyla dönüp duran Zevcenin bedenini oluşturmaktadır. Gönül gözünle bakarsan onu, başı arkaya doğru eğilmiş ve kolları iki yana açılmış bir halde görebilir ve böylece de onun, üzeri yıldızlarla bezeli peçesini kaldırabilirsin.” “Jüpiter hem zevcdir, hemde ilahi zevce. Bu ilk sırdır.”

“Ey Delf’in evladı, şimdi de inisiyasyonun ikinci bölümüne hazırlan. Ürper, ağla, yararlan ve saygıyla eğil! Çünkü ruhun, ruh ile dünyanın yaşam kupası içinde Demiurg (Eflatun felsefesinde evreni düzenleyen Tanrı) tarafından harmanlandığı o yakıcı mekanın içine dalacak. O sarhoş edici kupaya yapışıp susuzluğunu gideren tüm varlıklar o ilahi visal günlerini unutuverip, kendilerini bedenli yaşamlara mahsus olan süfli alemin o ıstırap dolu dipsiz derinliklerine bırakıvermektedirler.”

“Tanrılara doğru uzanan yol diktir, çetindir. Önce çiçekli bir patika, ardından dik bir yamaç, sonra da muazzam bir mekanın ortasında yer alan yıldırımlı kayalıklar. Görücünün ve Elçinin yeryüzündeki kaderi budur. Evladım, ovadaki çiçekli patikada yürümeye bak, ötesini bırak.”

Bu inisiyasyonun ardından Orfe ve müridi Romalıların Baküs diye adlandırdığı şarap Tanrısı Diyonizos Bayramı için Tampe vadisine giderler. Onlarla birlikte diğer gruplarda Ossa Vadisine doğru yola koyulmuşlardı. İlk olarak yavru Baküs’ün müritleri, yani üzerlerinde uzun keten tunik ve başlarında da sarmaşıktan birer taç taşıyan yeni yetmeler geçmişti. Ellerinde yaşam kupasının sembolü olan işlemeli ağaçtan kupalar vardı. Onların ardından da mağrur ve sağlıklı delikanlılar yürümekteydi. Bunlar savaşçı Herkül’ün müritleri diye anılan gençlerdi. Kısa tunikli ve çıplak ayaklı olup, omuzlarında ve böğürlerinde enlemesine aslan derisi, başlarında da zeytin dalından taçlar taşımaktaydılar. Onların da ardında ise ilham ehli kişiler, yani lime lime edilmiş Baküs müritleri vardı. Bunlar bedenlerine çizgili panter derisi sarmış, saçlarını erguvan renkli bant ile bağlamış kişilerdi ve de üzerine asma dalı ve sarmaşık dolanmış bulunan birer asma taşımaktaydılar.

Ve Orfe müridine anlatmaya başlar:

“Burada kimse kimsenin adını bilmez ve herkes de kendi adını unutur. Çünkü özel yol mensupları, kendilerine tahsis edilmiş olan bölgeye girmeden önce kirli çamaşırlarını atıp ırmakta yıkandıkları ve ardından da temiz keten elbise giydikleri anda asıl adlarını atıp yerine bir yenisini edinmektedirler. Bu insanlar yedi gün, yedi gece boyunca değişime uğrayıp yeni bir hayata geçmektedirler. Şu kadın kafilelerine bir bak. Onlar aile ve memleket esasına göre değil, kendilerine ilham sunan Tanrı esasına göre gruplandırılmışlardır.

Derken, başlarına nergisten yapılma taçlar takmış, gök mavisi kolsuz tunikli genç kızlar geçmişti önlerinden. Orfe bunlardan cehennemin kralı tarafından kaçırılıp cehenneme götürülen cehennemin kraliçesi Zeus ve Demeter’in kızı Persefon’un yoldaşı olan su perileri diye söz etmişti. Bu kızların ellerinde küçük kutular, kavanozlar ve adak vazoları vardı. Onların gerisinde de mistik maşuklar, ateşli zevceler yani Afrodit hayranları yürümekteydi. Başka bir kafilede kadınların vücutları baştan aşağı siyah yün elbiseler içindeydi. Gerilerinde yerde de kıyafetlerinin bir parçası olan uzun tüller sürünmekteydi. Bunların hepsi de birer büyük matemin ezikliği altında kıvranmaktaydılar. Orfe bu kadınları Persefon’un kederli hatunları diye adlandırmıştı.

Sonunda Diyonizos mabedinin önünde toplanan kafilelere Orfe şu konuşmayı yapmıştır:

“Yeryüzü ıstıraplarının ardından tekrar doğmak üzere buraya gelmiş bulunan ve şu anda tekrar doğmakta olan sizlere selam olsun. Karanlıktan çıkmış olan özel yol mensupları, kadınlar ve inisiyeler, gelin mabedin nurundan kana kana için. Istırap çekmiş olanlar, gelin sevinci tadın; savaş vermiş olanlar, gelin dinlenin. Başlarınızın üzerine yansıttığım güneş, ruhlarınızda ışıldayacak olan güneş, ölümlülerin güneşi değildir; o Diyonizos’un arı ışığıdır, inisiyelerin yüce güneşidir. Geçmişteki ıstıraplarınız ve bu yoldaki çabalarınız sayesinde galip geleceksiniz ve hele İlahi Kelam’a inanıyorsanız çoktan galip gelmişsiniz demektir. Uzun bir karanlık yaşamlar dizisinden sonra bir gün ıstıraplı tekrardoğuşlar çemberinden kurtulacak ve hep birlikte Diyonizos’un nurunda bir tek beden ve bir tek ruh haline geleceksiniz.

Dünyada bize rehberlik eden ilahi kıvılcım yani vicdan içimizde bulunmaktadır; o, mabette meşale, gökte de yıldız haline gelir. Hakikatin ışığı işte böyle büyür! Yedi telli lirin, yani Tanrı Lirinin titreşimlerini dinleyin. Lir burada şu anlamlara gelmektedir: a) Apex’in yakınında bulunan küçük takımyıldız. b) Yedili kanunun evrendeki uygulanışı. c) 7 yaratıcı ışığın tezahürü. d) Ses-titreşim-tesir. Müziğin bir oktavlık yedi sesinin kozmik icra gücü.)

Dünyaları o Lir hareket ettirir. İyi dinleyin ki sesi içinize işlesin. Göklerin enginlikleri size ancak böyle ayan beyan olabilir. Güçsüzlere yardım, ıstırap çekenlere teselli ve herkese umut! Ama kötülerin ve özel yol dışındaki insanların vay haline! Onlar şaşırıp allak bullak olacaklardır. Zira başkasının ruhunu derinlemesine görmek sırların vecd haliyle mümkündür. Kötüler o anda dehşete kapılırlar, kutsallığa saygısı olmayanlar ise ölürler.

Diyonizos’un ışığı üzerinize ışığını saçtığında şu anda kudretli semavi Eros’u davet ediyorum. Aşklarınızda da, gözyaşlarınızda da hep o hazır bulunsun. Seviniz; çünkü her şey sevmektedir, yerin dibindeki tanrılar da, esirdeki tanrılar da. Ama karanlığı değil, ışığı seviniz. Yolculuk sırasında her an amacı hatırlayınız. Ruhlar, ışıklı aleme döndüklerinde, yıldızsal yani astral bedenlerinin üzerinde, yaşamlarının tüm hatalarını iğrenç lekeler halinde taşımaktadırlar. Onları silip atmak için kefaretlerini ödemek ve onun için de dünyaya tekrar doğmak zorunda kalmaktadırlar. Ama arınmışlar ile güçlüler, kudretliler Diyonizos’un güneşine gitmektedirler.

“Şimdi de Evohe’yi terennüm ediniz.”

Bunun üzerine mabedin dört bir yanında hazır bulunanlar, tekrar doğuşa davet anlamı taşıyan bu Diyonizos çığlığını hep bir ağızdan defalarca tekrarlamışlardır.

Bayram bir rüya gibi geçmiş ve akşam olmuştu. Orfe ve şakirdi bir yeraltı galerisi aracılığıyla aşağılara inip, dağın içlerine doğru ilerleyen ve sadece başrahip tarafından bilinen kutsal mahzene varmışlardı. Tanrıların ilhamlarına nail olmuş olan Orfe, tek başına meditasyona hep orada dalmakta, şakirtleriyle birlikte önemli maji ve teürji yani ıÜügizli güçlerin incelenmesi ve kullanılması çalışmalarını da yine hep orada gerçekleştirmekteydi. Orfe burada şakirdine şunları söylüyordu:

“Kutsal ışık kaynağında susuzluğunu gidermiş ve böylecede sırların sinesine arı bir kalple girmiş bulunuyorsun. Seni hayatın ve ışığın kaynağına nüfuz ettireceğim görkemli an geldi çattı artık. Gözle görünmez harikaları insanların gözünden saklayan kalın perdeyi kaldıramamış olanlar henüz Tanrı’nın oğulları olmuş sayılmazlar.

Sıradan insanlara söylemen gereken ve mabetleri kudretli kılan şu hakikatleri dinle bir de:

Yaradan bir ve tektir ve de ancak kendi zatına benzer. Her yerde onun kudreti hükümrandır. Ama tanrılar sonsuz sayıdadır ve çeşit çeşittirler; zira uluhiyet ezeli-ebedi ve de sonsuz-sınırsızdır. En yüceleri, yıldızların ruhlarıdır. Güneşlerin de, yıldızların da, yerkürelerin ve ayların da kendi ruhları vardır ve ruhların hepsi Zeus’un semavi ateşinden ve ilk ışıktan hasıl olmuşlardır. Künhüne vakıf olunamaz ve şaşmaz, değişmez nitelikli olan bu yarı şuurlu ruhlar yani Melekler düzenli hareketleriyle yüce bütünü yönetip dönendirmektedirler. Her yıldız, her gezegen, hareket ettiği sırada, esiri alanın içerisinde, bir yarı-tanrılar veya ışıl ışıl ışın salan ruhlar ordusunu da sürükleyip götürmektedir; bu yarı-tanrılar veya bu ışıl ışıl ruhlar, bir zamanlar insanken alemler skalasından basamak basamak aşağılara inip, sonra siklustan siklusa şanlarıyla şerefleriyle sıçraya sıçraya tekrar yukarılara tırmanmış ve böylece tekrar doğuş mecburiyetinden kurtulmuş olan ilahi ruhlardır. Tanrı, onlar aracılığıyla nefes almakta, onlar aracılığıyla hareket etmekte ve yine onlar aracılığıyla tezahür etmektedir; onlar, O’nun hayattar ruhunun nefesi, O’nun ezeli-ebedi şuurunun ışınlarıdırlar.

Onlar, unsurlarla haşır neşir olan daha geri düzeyli varlık ordularına kumanda etmekte; dünyaları yönetmektedirler. Uzaktan veya yakından bizi sarıp kuşatmakta; ancak, özleri bakımından ölümsüz olmalarına rağmen, daima halklara, zamana ve bölgelere göre değişiklik arz eden kisvelere bürünmektedirler. Onları inkar eden inançsız kişi onlardan korkmakta; inançlı kişi de, bilmeden tanımadan onlara ibadet etmektedir; inisiyeye gelince, o ise, onları kendine cezbetmekte ve görmektedir. Eğer onları bulmak için çalışıp çabaladımsa, eğer ölüme meydan okudumsa ve eğer söylendiği gibi, ölüm ötesi mekana gittimse, bu dipsiz derinliklerdeki karanlık güçleri alt etmek, yukarının Tanrıları’nı sevgili vatanım Yunan’a davet etmek ve engin Göğün yer ile izdivacını sağlamak ve bu sayede büyülenecek olan yerkürenin, ilahi sedayı dinlemesini mümkün kılmak içindi. Semavi güzellik kadın vücutlarında tezahür edecek, Zeus’un ateşi kahramanların kanlarında dolaşacak; ve Tanrılar’ın oğulları, yıldızlara çıkmadan da önce, . Ölümsüzler gibi ışıl ışıl ışıldayacaklardır.

Orfe’nin Liri nedir, bilir misin? İlhama ve ifşaata nail olmuş bulunan mabetlerin sesidir. Bu mabetlerin telleri Tanrılardır. Yunan ülkesi, tıpkı bir lir gibi, onların müziğine uygun şekilde akort edilecek ve bizzat mermer heykel bile parlak kadanslar ve semavi ahenkler halinde aynı müziği terennüm eder olacaktır.

Sana canlı halleriyle görünsünler ve de peygamberane bir vizyon içinde, sana, dünya için hazırlayıp yetiştirmekte olduğum ve ancak inisiyelerin görebileceği mistik Himene’yi yani Evlilik Tanrısını göstersinler diye Tanrılarımı çağıracağım şimdi. Şu kayanın oyuğuna huzur içinde uzan ve hiçbir şeyden korkma. Az sonra sihirli bir uykuya dalacaksın; önce titreyeceksin ve feci şeyler göreceksin; ama ardından duyularını ve iç varlığını tatlı bir ışık, duyulmadık işitilmedik bir mutluluk kaplayacak.”

Şakirt, yatak biçiminde oyulmuş kayanın kovuğuna girip çoktan kıvrılıp büzüşmüştü bile. Orfe, sunak ateşinin içine bazı kokular atmış; sonra, ucunda ışıldar bir kristal bulunan abanoz bir asayı eline alıp sfenksin yanına yaklaşmış ve iç derinliklerinden gelen bir sesle evokasyona başlamıştı.

“Kibele! Kibele! (Anadolu kökenli bereket tanrıçası) Ey yüce ana, sesime kulak ver! Ey ilk ışık, ey kıvrak, esiri ve daima mekanlardan mekanlara sıçrayan ve de sinesinde her şeyin yankısını ve suretini barındıran alev! Senin şimşekler çaktıran ışıklı hizmetkarlarını davet ediyorum. Ey evrensel ruh, ey dipsiz uçurumlara ve güneşlere hayat verip yıldızlı mantosunu Esir’de dalgalandırıp duran ruh; ey beden gözleriyle görülemeyen gizli ve süptil ışık; ey sinesinde ezeli-ebedi simgeleri ve örnekleri meknuz bulunduran, Dünyaların ve Tanrılar’ın yüce anası! Ey kadim Kibele, gel! Sihirli asamın, Semavi varlıklarla aramdaki ittifakın yüz hürmetine gel, Öridis’in (Orfe’nin zevcesi) hatırı için gel!.. Ezeli-Ebedi Eril’in ateşi altında titreşen her şekle giren uysal seni davet ediyorum. Mekanların en yükseğinden, uçurumların en diplerinden, her taraftan akarak gel ve şu mağarayı ondurucu intişarınla doldur. Gel ve sırların şu evladının çevresini elmastan sularla çevir ve de ona engin sinendeki dipsiz Uçurumun, Dünyanın ve Göklerin ruhsal varlıklarını göster.”

Bu sözler üzerine, toprağın derinliklerinden gelen bir yıldırım, uçurumu sarsmış ve tüm dağı zangır zangır sallamıştı. Şakirdin vücudundan soğuk bir ter boşalmış ve delikanlı, Orfe’yi, gittikçe yoğunlaşan bir sisin ardından görmeye başlamıştı. Kendisini sarıp sarmalamış olan müthiş güce karşı bir an direnmeye çalışmış ama hemen ardından zihni ve iradesi pes edivermişti. Az sonrada, suda boğulmakta olan bir kimsenin çıkardığı sesleri andırır sesler çıkarıp kendisini birden şuur dışının karanlıkları ve bilinmezlikleri içinde buluvermişti.

Orfe’nin şakirdi normal hale dönüp de bedensel duyularına tekrar kavuştuğunda kendini kapkara gecenin kollarında bulmuştu. Orfe yanıbaşında dikiliyordu. Ve başrahip Orfe ona hemen şu soruyu sormuştu:

-Delf’in evladı, nereden geliyorsun?

-Ey inisiyelerin mürşidi, ey semavi sevindirici, ey harika Orfe, İlahi bir rüya gördüm. Sihir ürünü bir şeymiydi yoksa tanrıların bir lütfu muydu? Ne cereyan etti acaba? Dünyammı değişti yoksa? Şu anda neredeyim ben?

– İnisiyasyonun tacına nail oldun ve de benim rüyamı gördün, yani ölümsüz Yunan’ı! Haydi, artık buradan çıkalım çünkü bu rüyanın onaylanması için benim ölmem, senin ise yaşaman gerek.

Zeus rahipleri Jüpiter mabedinin sunağının kubbeli bir mahzeninde toplanmışlardı. Yarım daire oluşturacak şekilde oturmuşlardı. Orfe ise, sanki sorguya çekilecek bir sanıkmış gibi onların tam orta yerinde ayakta durmaktaydı. Rahiplerin en yaşlısı yargıçlara yaraşır tarzda sesini ciddi bir edayla yükselterek şunları söylemeye başlamıştı:

-Ey Apollon oğlu Orfe, seni büyük rahip ve kral diye adlandırıp sana Tanrı oğlunun mistik asasını verdik. Bu ülkedeki Jüpiter ve Apollon mabetlerini sen yücelttin. Ama bizi tehdit eden şeyden haberin var mı? Sen ki korkunç sırları bilirsin, sen ki bize kaç kez geleceği okumuşsundur, sen ki şakirtlerine hayal halinde görünmek suretiyle uzak mesafelerden onlara hitap etmişsindir ama şu anda başında dönenleri bilmiyorsun. Sen yokken, şu vahşi Bakantlar, şu lanetli rahibeler Yolların, sokakların, uğursuz gecelerin ve geceleri yapılan büyülerin ve hayallerin tanrıçası Hekate’nin vadisinde toplanıp aralarında görüştüler. Ve Trakyalıları büyüleyip bize karşı kışkırttılar. Trakyalılar bin kişilik bir orduyla yarın mabede saldıracak.

-Hepsini biliyordum dedi Orfe ve ekledi bütün bunların olması şarttı.

Rahip:

-Ama bizi savunmak için neden hiçbir şey yapmadın? Bunun üzerine Orfe

-Tanrılar silahla değil, kelamla savunulur. Alt edilmeleri gerekenler Bakantlardır. Onlara tek başıma karşı çıkacağım. Endişeniz olmasın şu surları kimse aşamayacak. Kan dökücü rahibelerin saltanatı yarın sona erecek. Benden şüphe eden ihtiyar sana gelince büyük rahip asası ile başrahip tacını sana bırakıyorum çünkü Tanrılara kavuşacağım hoşçakalın” der ve dışarı çıkar. Delfli müridinide yanına alıp yola düşer. Yolda müridine şunları söyler:

“Son saatim yaklaştı. Diğerleri beni anladı ama sen beni sevdin. Seni sırların sırrıyla işte onun için yüz yüze getirdim. Böylece Tanrılar sana hitap etmiş ve sen de onları görmüş oldun. Sözlerimi iyi dinle ve onları hafızana nakşet ama sır olarak sakla.

-Ruhun göğün evladı olduğunu artık iyi bilmektesin. Kökenini de gördün, sonunu da ve kendini hatırlamaya da başladın. Ruh bedene bağlanınca belli belirsiz de olsa yukarının seyyalelerini almaya devam eder. Bu güçlü nefes bize ilk önce annemiz aracılığıyla ulaşır. Onun göğüslerindeki süt bedenimizi besler, boğucu beden hapishanesindeki bunalmış varlığımızı ise onun ruhu besler.

Orpheus Mozaiği

İsis ve Osiris rahipleri bana sırlarını ifşa etmişlerdi. Ben Eros sayesinde konuşmuş, onun sayesinde ilahiler söylemiş ve onun sayesinde zafere ulaşmıştım. Hermes’in ve Zerdüşt’ün kelamlarını yine onun sayesinde hecelemiştim. Jüpiter ve Apollon’un kelamlarını anlamada, kavramada yine yardımıma o koşmuştu. Ama ölmek suretiyle misyonumu teyit etme zamanı artık geldi. Göğe yükselmeden önce bir kez daha yeraltı alemine inmem gerekiyor. Doktrinimi Delf mabedine, yasamı da Anfiksiyon Meclisi’ne sen götüreceksin.

Başrahip şakirdiyle birlikte Trakyalıların bulunduğu yere gelip nöbetçiden reislerini çağırmasını istedi ve reise Tanrıların lütuflarından, semavi ışığın büyüleyici güzelliğinden, inisiye kardeşleriyle birlikte sürdürdüğü ve tüm insanlara da nasip etmek için çırpındığı o tertemiz hayattan söz etti. Anlaşmazlıkları gidereceğine, hastaları iyi edeceğine ve de dünyanın en güzel meyvelerini veren tohumlar ile onlardan da değerli olan ve insana hayatın ilahi meyvelerini sunan asıl tohumlar konusunda, yani sevinç, aşk ve güzellik konusunda onları eğiteceğine söz vermişti. Konuştuğu sırada ciddi ve tatlı sesi tıpkı bir lirin telleri gibi titreşmekte ve sarsılıp şaşkına dönmüş Trakyalıların gönüllerine her an biraz daha derinlemesine işlemekteydi. Orfe’nin sesindeki müzikal şehvet ve acımasızlıkla dolu olan Bakant rahibelerini bile sakinleştirmişti.

O sırada büyücülerin başı Aglanois ortaya atılarak Trakyalılara:

“Hayır, Tanrı filan değil o. Orfe derler ona, sizin gibi bir insandır, sizi kandıran bir sihirbazdır, kendisini haksız yere taçlandırmış bir zorbadır. Apollonun oğlu ha, Rahip ha hem de büyük rahip? Saldırın üstüne Tanrıysa kendini korusun da görelim.

Aglaonis’in adamları Orfe’nin üzerine atılıp onu kılıç darbeleriyle yere düşürürler. Orfe “Gerçi ben ölüyorum ama Tanrılar daima diridirler.” diyip son nefesini verir. Aglaonis zafer kazanmış bir komutan edasıyla ve büyük bir mutlulukla Orfe’nin cesedinin üzerine eğildiğinde dehşete kapılır. Çünkü az önce bedenini terk eden Orfe canlanmıştır fakat bakışlarında Orfe’nin değil, zevcesi Öridis’in bakışları vardır. Aglaonis bunun üzerine korkudan çığlıklar atarak oradan uzaklaşmıştır.

Orfe’nin bedeni kendi rahipleri tarafından yakılmış, külleri ise uzak bir Apollon sunağına götürülmüş ve orada kutsal bir emanet olarak muhafaza edilmişti. Orfe’nin tradisyonu, ilmi ve sırları hükmünü orada sürdürmeye devam etmiş, ayrıca tüm Jüpiter ve Apollon mabetlerine de oradan yayılmıştı. Daha sonraları Orfe’nin dinini kabul etmiş olan Trakyalılar onun, eşinin ruhunu arayıp bulmak üzere yeraltı alemine indiğini, orada ebedi aşkını kıskanmış olan Bakantlar tarafından paramparça edildiğini, başının Ebre’ye atılıp onun azgın dalgalarına havale edildiğini ama tüm bunlara rağmen dudaklarının hala “Öridis Öridis” diye kıpırdadığını hikaye etmişlerdir.

Trakyalılar, bir suçlu gibi öldürdükleri bir insanı, yani kendilerini yola sokmak, ıslah etmek pahasına canını feda etmiş bir insanı daha sonra bir peygamber gibi ululamışlardır. Böylece Orfik kelam Helen ülkesinin damarlarına, sunakların ve inisiyasyonun esrarlı kanalı aracılığıyla işlemişti. Mabette inisiyeler seslerini nasıl görünmez lirin sesine göre akort ediyorlar idiyse, aynı şekilde Tanrılarda seslerini onun sesine göre akort eder olmuşlardı ve sonuçta Orfe’nin ruhu, Yunan’ın ruhu haline gelmişti.

Kaynak: İnsanlığı Aydınlatan Büyük İnisiyeler – Edouard Schuré

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir