En Güzel Resmim… (Bir Farkındalık Yüzleşmesidir)
Bu Yazı Bir Farkındalık Yüzleşmesidir. Geçenlerde, boş ve anlamsız gözlerle baktığım bir vitrinin camında birden birine rastladım. Önce irkildim. Siması hiç yabancı değildi ama tanıyamadım ve “Sen de kimsin?” dedim. “Ben senim; ne çabuk unuttun beni, ben senlerden biriyim.” dedi.
Benlerden biri mi? Benlerden kaç tane vardı ki? Ne zaman çoğaltmıştım kendimi bu kadar, hangi arada, nasıl da fark edememiştim? Peki ötekiler neredeydi o zaman ve kaç taneydiler?
Zihnimden onlarca soru geçerken, vitrin camındaki benin sanki düşüncelerimi okur gibi bir hali vardı. Okurdu tabii, dediğine göre o benlerden biriydi… Karşısında kendimi çırılçıplak hissediyordum. Sanki tüm sırlarım kim olduğunu bilmediğim biri tarafından yüzüme vuruluyordu. Aklımdan hızla geçen her soruyu tek tek yanıtlamaya başladı.
“Kim olduğumu düşünüyorsun, değil mi? Bir yandan tanıdık geliyorum ama bir yandan da tanımadığını düşünüyorsun. Biz kimiz sana kısaca anlatayım: Bizler çok sayıdayız. Bazen fark edersin, çoğu zamansa edemezsin. Hoş, fark etsen de bizi bırakamazsın genellikle. Tatlıyızdır bizler, dünyadaki yaşamında madde aleminin içine dalarken, sana yakıt oluruz. Bizler sayesinde gözün kapalı; eğlene, coşa dalarsın madde aleminin içine. Önceleri hoşuna gideriz, sonra bize ihtiyacın kalmadığını söyleyerek tüm egemenliğimizi alırsın elimizden. Ama biz yılmayız, bekleriz, sabırlıyızdır. Çünkü, tekamül yasası gereği dünya okulunda sınavların bitmez ve geldiğin gelişim düzeyi ne olursa olsun bize mutlaka bir gün işinin düşeceğini biliriz. Sabırlıyızdır, sıramızı bekleriz biz. Aklın biraz başına geldiğinde, bizden kurtulmaya çalışırsın düşmanmışız gibi. Ama biz olmasak, sınavında olmaz. Çünkü bizler senin başarıyla yanıtlaman gereken sınav soruların gibiyizdir. Ne biz sensiz, ne de sen bizsiz yapamayız. Bu okulu biz olmadan bitiremezsin. Az önce de söyledim ya sınav soruların biziz. Yanıt anahtarı ise geldiğin yerde. Dünyayı terk ettiğinde, sana yanıt anahtarını gösterecekler ve sana, yanıt anahtarına göre kendi notunu kendin ver diyecekler. Biz aslında seninle etle tırnak gibiyiz. Bizleri taaa buraya kadar ait olduğun yerden, geldiğin yerden eğitmek üzere getirdin ama bazılarımızı da burada edindin, burada yarattın. Bizleri her gün, her an kullanıyorsun aslında. İş yerinde çalışırken birimizi, eşinle tartışırken başka birimizi, alışveriş yaparken bir ötekimizi, bir topluluk içine girdiğinde daha başkasını… Bizler senin yanında, görünmeyen bir çuval içinde gezeriz. O an hangimize ihtiyacın varsa, çuvaldan çıkarır onu kullanırsın. Bizleri çok iyi tanırsın aslında ama tanımamazlıktan gelirsin. Çünkü kaçmak, kendini kandırmak adetidir beşerin. Bizleri tanımasan, o çuvalın içinden hangimizi çıkarıp kullanman gerektiğini nereden bileceksin? Sen ve ben biriz aslında. İyi düşün! Hala tanıyamadın mı beni, hala tanıyamadın mı bizi?”
Karşımda ben olduğunu iddia eden kişi konuştukça yüzüme şamarlar patlıyordu, kulaklarımı tıkayıp kaçmak istiyordum ama kaçtığım yere peşimden onlar da geliyorlardı. Beni rahat bırakın, sizi tanımıyorum dedikçe, onlar seslerini yükselttikçe yükseltiyorlardı!
“Çok zor değil mi bizi kabul etmek, kendi gerçeğinle yüzleşmek? Bizden kaçma. Öncelikle sevgiyle, bilgiyle, anlayışla kabullen bizi çünkü biz seniz aslında. Bizleri yok etmeye çalışma sadece eğit ve yönet. Bizi kontrolün altına alabilirsin. Bizi kontrol altına aldığında, kendi kendinin de sahibi olacaksın. Korkma! Bunu başaracak güçtesin, lütfen bunu fark et artık. Bunu başarabilmek için Yukarı’dan ve aşağıdan yardım içindesin, anla artık. Zamanın daralıyor, bu atalet ve kandırmacalar içinde kaç yaşam geçirdin. Bu yaşamını da harcama. Bizi ve kendini sev, yönet, yüzleş ve sonunda OL… İnan, OL’duğunda en çok biz sevineceğiz. Çünkü her ne kadar sen bizi düşmanın varsayıp görmezden gelsen de, senin düşmanın değil, dostunuz. Birlikte, bir bütün olarak gelişiyoruz.”
Nefesim kesilmişti. Kendimden nasıl bu kadar uzaklaşabilmiştim? Nasıl bu kadar kendimi göremeyecek kadar kör olmuş ve kaybolmuştum… Yakındaki bir banka sözcüğün tam anlamıyla çöktüm. Kuşkusuz, benler de… Her şey, darmadağın olmuştu. Bugüne kadar yaslandığım kandırmaca minderlerim yok olmuş, yerini buz gibi taş duvarlar almıştı. Evet, başından beri tanıyordum aslında onları sadece tanımamazlıktan geliyordum. Haklıydılar. Sadece gözlerimi ve kulaklarımı tıkamıştım onlara karşı çünkü sahte ve geçici bir rahatlık sağlayan ve keyifle yaslandığım kandırmaca minderlerimden kalkmak istemiyordum. Çünkü böylesi daha kolaydı. Yani kısa günün karı…
Ben tüm bu düşünceler içindeyken çevrem aydınlanıyordu sanki ve Ben’ler birer birer gün ışığına çıkıyorlardı gizlendikleri yerden gülümseyerek. Ardı arkası gelmiyordu. Ne kadar da çoktuk böyle… Korkmuyordum artık. Yerimden kalktım ve onlara gülümseyerek, “Gelin buraya, kucaklaşalım” dedim. Mıknatısa toplanan demir tozları, demir parçaları gibi kenetlendiler bana. Kocaman bir yumak olduk, büyüdükçe büyüyorduk ki, birden yeniden konuşmaya başladılar:
“Sonunda, evet sonunda bizlerle tanıştın, bizleri fark ettin, kabul ettin. Bak nasıl da aydınlandı çevren. İşte bu sensin, işte senin gerçeğin bu. İyi bak! Ve bu tabloyu hiçbir zaman unutma. Bu tablonun ressamı sensin, bu senin resmin. Resmini en iyi şekilde koru. Dedim ya, bizler senin dünya okulunu bitirmen için yanıtlaman gereken sınav sorularıyız. Bizi en iyi şekilde çöz ve başar, sakın bizlerle özdeşleşme. Dünya diliyle bize benlikler, oluşturduğumuz şu yumağa da EGO diyorsunuz. Adımız hiç önemli değil. Önemli olan bizi çözmen, soruları doğru yanıtlaman.
“Bizi gördün, fark ettin bundan sonrası sana kalmış ya tek tek çözersin bizi ya da sınıfta kalırsın. Seçim her zaman ve her yerde olduğu gibi sana ait çünkü sen özgürsün, sorumlusun ama Evrensel Yasalar çerçevesinde bunu sakın unutma… Ha gayret, üstesinden gelirsin. Korkma, cesur ol, sakın pes etme. Al bakalım bu birinci sorun hadi başla bakalım yanıtlamaya. Sevgiyle, imanla ve teslimiyetle. Son olarak, tanıştığımıza sevindik ve seni seviyoruz… Bizi unutma sakın. Sık sık görüşelim!”