Kıyamet
Kıyametin ne zaman kopacağı konusunda birçok tahmin ve hesap var ama bunların herhangi birinde karar kılınmış değil. Spiritüalist anlayışta kıyamet, insanın kendisiyle ilgili uyanışıdır. İnsana faydası olacak olan, kendisi ile ilgili kıyamettir.
Bilindiği gibi, 26.000 yıllık bir tekamül devresinin son zamanlarında bulunuyoruz. Pek çok söylenti olmasına rağmen bunun ne zaman noktalanacağı bilinmiyor. Devre sonunda bulunuyoruz ama tekamülün son devresine ait realite spiritüalizm değildir. Spiritualizm de bir dünya anlayışıdır, insanların tekamül edebilmeleri için bir yoldur, pek çok yoldan biridir. İnsanı kendi varlığıyla başbaşa bırakan, kendi varlığının gelişmesi için çaba sarfetmesi gerektiğini anlatan, nefsiyle mücadelesinin ne olduğunu öğreten, gerçek varlığın hem ruhsal, hem de fiziksel tezahürlerini ona çeşitli olay ve şuur halleriyle anlatmaya çalışan bir yoldur. Yani hem deneysel, hem de teorik yanı vardır.
İnsanlar derin bir ıstırapla düşüncelerinde, anlayışlarında ve hareketlerinde sürekli bir değişime ve hızlanmaya zorlanırlar. Kıyamet psişik bir deneyimdir. Gezegenimize el birliğiyle çok zarar verdik ve bu nedenle kendisini yenileme ihtiyacı içindedir. İç ve dış olmak üzere bütün güçlerini, yörüngesini, kutuplarını, üzerinde bulunan kıtaların biçimini değiştirmek istemektedir. Bu şekilde bambaşka bir dünya oluşacak ve onun üzerinde de, oradaki şartlara uygun varlıkların enkarnasyonları, onların Adem’leri ve Havva’ları gelmeye başlayacaktır. İşte bizler dünya insanlığı olarak, çok büyük bir sıçramanın eşiğinde olmanın hızlanması içindeyiz. Karmaşalar ve yozlaşmalar bundandır, herkes son vazifesini bitirmeye çalışıyor. Alacağımızı alıyor, vereceğimizi veriyoruz, çok büyük bir tesir alanı içindeyiz.
Hiyerarşi; güce sahip olmak bakımından bir derecelenme, basamaklanma ve sıralanmadır. Bu astlık ve üstlük derecesi halk arasında “El elden üstündür, Arş-ı Ala’ya kadar” şeklinde ifade edilir yani bir el kendi altındaki ele hakimdir. O da kendi üstündeki elin hakimiyeti altındadır. İşte kıyamet belirtilerinden biri, bu mertebeler silsilesinin bozulmasıdır. Bunu hayatın her alanına yayabiliriz. Hiyerarşinin bozulması, başların göreceği işleri ayaklara, ayakların göreceği işleri de başlara gördürmektedir. Sıralamanın yetkinlik ve liyakat sistemine göre değil de, maddi kudretin dağılışına göre meydana gelmesi hiyerarşik bozulma demektir. Bu, içinde bulunduğumuz devrede hemen her sahada gizli de olsa görünmektedir. Örneğin, maddi olanakları gelişmiş olanların eğitim görme şansları daha fazladır. Eğitim konusunda bile, maddi kudretin dağılışına göre bir sıralanma söz konusudur. Hiyerarşinin bozulması sırasında nefs vicdanın, cahillik bilginin, duygusallık da akılcı olanın yerini alır ve tüm bunların sonunda insan kendine tapmaya ve kendini putlaştırmaya başlar.
Yaşamımızı gözden geçirdiğimizde, bizi olgunlaştıran şeylerin genellikle bizi mutlu eden olaylar değil, ıstırap veren olaylar olduğunu görürüz. Bizi diri ve ayakta tutan, anlayışımızı yükselten, toleransımızı arttıran hatta bize gerçek sevgiyi tattıran ıstıraplarımızdır. Istırap, insan varlığının dünya olaylarını sentezleme gücünü temsil eder. Bizi yormayan, soluğumuzu kesmeyen işler bizim için faydalı değildir ve gelişimimize yardım etmez. Eğer gerçekten mutlu olmak istiyorsak, hiçbir olaydan kaçmamalı, karşımıza çıkan olayları gücümüz yettiğince değerlendirmeye çalışmalıyız çünkü karşılaştığımız olaylar bizim için verilmiş, yüksek bir planın tesirleridir. İşte kıyamet böyle çalışır.
Kıyamet Sembolleri ve Alametleri
Büyük ve Küçük Kıyamet
İnsanın yani şuurlu bir varlığın özelliği, onun genel bir kıyamet sürecine bağlı olmadan kendi kıyametini yaratması ve o kıyameti yaşama ayrıcalığıdır. Şuur uyanıklığı insanın kıyametidir. Kıyam etmek, insanın uyanmakta olduğu realitesinden doğrulup, daha üst bir realitenin havasına girmesi, ışığı alması, o tesirin içerisine yükselmesidir. Kutsal kitaplarda bir insanın içsel değişimi anlayış getirmesi açısından fiziki değişikliklere benzetme yoluyla sembolize edilmiş ve anlatılmıştır.
Eskiler, biri dünyanın kendisine ait “büyük kıyamet”, diğeri de insana ait “küçük kıyamet” olmak üzere iki türlü kıyamet kabul ederler ve asıl kıyamet küçük kıyamettir. Büyük kıyamet küçük kıyamete hizmet eder. Her alemin ve her alemdeki sistemlerin ayrı ayrı, kendilerine özgü kıyametleri vardır. Şambala, Atlantis ve Batık Kıta Mu benzeri kıyametler insanların yabancısı olduğu durumlar değildir.
Nefsani Azgınlığın Sembolü Yecüc ve Mecüc
Yecüc ve Mecüc’ün kelime olarak kesin bir anlamı yok ve yakıştırıldığı gibi cüce ırk anlamına da gelmiyor. Yecüc ve Mecüc kelimeleri daima biçimsiz, küçük ve garip yaratıkların dünyayı saracağı şeklinde yorumlanmıştır. Denir ki; kıyamet zamanı Yecüc ve Mecüc denilen yaratıklar dünyayı kaplar, yeryüzünün yemişlerini yer, denizlerini kurutur ve yeryüzünü kasıp kavurur. Bazı yorumcular Yecüc ve Mecüc’ün ufak tefek olmalarından ötürü Çinliler olabileceğini bile düşünmüşlerdir.
Asıl anlamına gelince; insanlar uyku evresinden genel uyanmaya geçmeden önce negatif imajinasyon ve düşünceler çoğalır, otomatizma yayılır, bağlı şuur benliği yani nefsin hakimiyeti artar. İşte bu Yecüc ve Mecüc’tür yani bu durum zamanımızda yaşanan olaydır. Nefsani azgınlığın Kur’an’daki sembolü Yecüc ve Mecüc’dür.
Tüm bunlara bağlı olarak, vesvese denen şüphecilik yaygınlaşır ve bu durum Kur’an’da “Vesvasil” olarak geçer. Vesvese; her şeyin değerini aşağılamak, küçültmek, düşürmek, alçaltmak anlamlarına gelir. İnsan kendi özünü bu şekilde kaybeder, bunun için “Sağır ve kör olmak” tabiri kullanılmıştır. Vesvese; vicdan ve kalp güzelliğini perdeler, insanın içini kemiren kurt gibidir ve bu durum şimdi yaygın durumdadır.
Dikkat edilirse, yeryüzünde fiziki rahatsızlıklardan çok psikolojik rahatsızlıklar görülmektedir. Bunun nedeni, hemen hemen tüm insanlarda vesveseye bağlı ruhsal çöküntüler, değer yargılarının basitleşmesi ve ön yargıdır. Her şeyin değeri aşağılandığı gibi bilgeliğin ve bilginin değeri de negatif imajinasyonlarımız, düşüncelerimiz, otomatizma ve vesvese yüzünden aşağılanır.
Ruhsal İdare Mekanizması’nın uyarıları ve yardımlarıyla kapalı şuur halinden, uyurgezerlikten, sarhoşluktan gerçek uyanıklık haline ve ayıklığa geçilir. Negatif imajinasyon ve düşüncelerin egemen olduğu nefsani şuur yok olursa vesvese de ortadan kalkar. Bunun sembolü İsrafil’in borusunu çalması yani “Kalk”, “Uyan” borusunun çalınmasıdır, borunun ismi şuurdur. İsrafil, dünya tekamülünün devrelerini, zaman ve mekan bakımından kozmik tekamül devreleriyle uyumlu kılan dört doğa kuvvetinden ve dört büyük melekten biridir. İsrafil’in borusu; genel şuur uyanıklığına götüren, maddi ve manevi tesirler süreci demektir. İsrafil’in Sur’u iki kez çalar. Biri ferdi şuur uyanıklığı, diğeri ise
Mehdi’nin Ortaya Çıkışı
Derler ki “Kıyamet vakti gelince Mehdi ortaya çıkacak, adaletle hüküm sürecek, insanlığa aydınlık, bereket ve emniyet getirecek.” Mehdi hep bir insan olarak beklenmiştir ama aslında Mehdi bir devirdir ve bilgilerde bu devrin henüz gelmediği belirtilmektedir çünkü şuur uyanıklığı başlamadı, ruhsal alemle olan ilişkiler çoğalmadı, Yukarı’nın etkisiyle gerçekleşen olayların ya da mucizelerin sayısı artmadı. Tüm içsel ve dışsal putlar yani benlikler, takıntılar ortadan kalktığında, sadece Rabb’e kulluk edildiğinde, gönüllerde ve şuurlarda sadece O mevcut olduğunda bu devrin başlayacağı belirtilmektedir. Bir ifadede “Bu hal her insanda oluşursa, her insan kendi kendisinin Mehdisi olur” denmektedir.
İsa’nın Gelişi
İsa’nın gelişi, gerçeğin ruhunun ortaya çıkması demektir. Gerçeğin ruhu, İsa’nın kozmik adı ve lakabıdır. Bu aynı zamanda sevgi ve vicdanın saf olarak tezahür edebilmesidir. Bizler için gerçeğin ruhu, makul vicdandır. Biz bunlara bağlandıkça gerçeğin ruhuna da bağlanmış oluyoruz.
Güneşin Batıdan Doğması
Bu sembolik ifadeye göre, o son zaman geldiğinde, güneş battığı yerden doğacaktır yani ters bir iş olacaktır. Bu anlatıma göre insanlar; dünya tersine dönecek ve her şey altüst olacak diye düşünmüşlerdir. Dünyanın altüst olması demek, insanın kendisinin altüst olması ve uyku halinin altüst olması demektir. Uykunun tersi uyanıklıktır yani nefsani halden vicdani ve makul vicdanlı hale geçiştir. Mevcut olan bütün eksik hallerin mükemmel, olgun, yetkin hale geçmesi, siyahın beyaza dönüşmesi yani Güneşin battığı yerden doğmasıdır. Bu sembol ayrıca devrenin bitişini de temsil eder. Tekamül okulu olarak dünyaya tekrar kabulün sona ermesi, tövbe kapılarının kapanması demektir.
Helak Olmak
Bu ifade Kur’an’da ve Tevrat’ta vardır. Kur’an’da geçen şekliyle “Biz onları helak ederiz.” Genel anlamıyla bu, bir okul döneminin sona ermesidir. Nedense insanlar helak sözcüğünü yok ediliş, ortadan kaldırılış ve sonsuza kadar bir kayboluş şeklinde ele alırlar. Helak ruhçu anlayışa göre; ruhsal evrim düzeyi içinde, belirli hedeflere ulaştıktan sonra, cehdiyle programa dahil olmuş insanların hedeflerine ulaşmalarından sonra elde edilen sonuca göre o harekete son vermektir.
Örneğin; dünya üzerindeki 8 milyar insandan 7 milyar 900 milyonu uyurken büyük bir tecrübe geçiriliyor ve dünya okulunun ulaşması gereken hedeflerinden birisine ulaşılıyor. Laboratuvar yani dünya okulu bir süreliğine kapatılıyor işte helak budur. Bu, geçmiş toplumların başına geldiği gibi (örneğin Atlantisliler) kısmen de olabilir. Dünyanın geçiciliğinin asıl anlamı, kurulmuş olan bu dünya düzeninin belli bir süre için ayakta kalabileceği genel uyanıklık içindir.
Şuur uyanıklığına geçmek, nefsin terkiyle olur işte kıyametin kopuşunu anlatan tasvirler bu halleri temsil eder. Dağların yürümesi, ormanların yanması, hayvanların kaçışması, insanların perişan olması gibi… İstesek de istemesek de bu terk yapılacaktır. Eskiler nefsi terk etmek için yapılan tüm uğraşlara kan ve ateş yolu demişlerdir. Bu, insanın putlarından vazgeçmesi demektir.
Dabbetül Arz’ın Ortaya Çıkışı
Dabbetül Arz Arapça bir tamlamadır. Dabbe, hayvan veya binek hayvanı demektir. Dabbetül Arz ise; kıyamet vakti yaklaşınca yerden çıkacak olan korkunç bir hayvan anlamındadır. Fiziki kıyamet vakti yaklaşınca, yerden çıkacak olan hayvan tarifleri, dünya işinin tamamen ruhsal aleme bağlanacağını ifade eder. Bu hal yaşanırken, Ruhsal İdare Mekanizması’ndan verilmiş olan bilgilere, öğretilere, uyarılara karşı bir güven ve inanç ortaya çıkacaktır. Bu durumdaki bir insan “İnşallah” ve “Allah’ın izniyle” demenin anlamlarını anlamaya başlar. Evrensel Yasaların ne olduğunu, nasıl çalıştığını, kaza ve kaderin ve nasibin ne olduğunu anlamaya çalışır. İnşallah demek; “Ben Yukarı’ya ve Yaradan kanunlarına güveniyorum” demektir. Bu sözü laf olarak söylüyoruz ama çoğu zaman ruhen onaylamıyoruz. Bu bir iman ve bilgi meselesidir.
Ruhsal otoriteye güven şuuru, uyanıklığın gözükmesi, bencilliğin terkine sebep olur. Böylece şuurlanmış insanlar kendileri, dünya ve evren hakkında ince bilgilere ulaşırlar. İnsanlar aldanma şuurundan, tasdik ve onay şuuruna geçerler yani verilen bilgilerin doğruluğuna inanırlar, işte o zaman iman bilgiye dönüşür.
Demek oluyor ki her birimiz için bir Dabbe’nin ortaya çıkması yani ruhsal aleme bağlılığı ifade eden bir iç uyanıklığın meydana gelmesi gereklidir. Eğer kendimizde, Yukarı’ya karşı böyle bir güven şuuru doğmuş ve böyle bir hal oluşmuşsa uyanmaya doğru, kıyama doğru bir gidiş var demektir.
Deccal’in Ortaya Çıkışı
Deccal aldatıcı demektir ve şöyle tasvir edilmiştir: “Solunda cennet, sağında cehennem olan ve iki kaşı arasında kafir yazılı bir varlık yani bir küfür ehli ortaya çıkar. Kendisine iman edenlere su içirip, yemek yedirir. Yiyen ve içen artık iflah olmaz. Bazı insanlar, bazı varlıklar, Deccal’in suyundan içmemek ve yemeğinden yememek için, ot kökü yiyerek Deccal’in zararlarından kendilerini kurtarabilirler.”
Deccal, içgüdüsel ve otomatik duygusallığı ve nefsaniyeti temsil eder. Nefsin tam anlamıyla baş kaldırması ve azgınlaşması demektir. Deccal, dünyanın içinde bulunduğu genel teşevvüş (karışıklık-bocalama) halini ifade eder ve Deccal çoktan çıkmıştır. Şu anda insanlık bir şaşkınlık, yanlış olanı doğru olandan ayırt edememe, bir tür sapıtma ve yolunu şaşırma devrindedir.
Uygunsuz işlerle alakamızı keser, dürüst hareket eder, vicdanlı davranır, dedikodu yapmaz, küsleri barıştırır ve insanlara sevecenlik gösterirsek Deccal’in cehennemine gireriz ama fesatlık yapar ve hain olursak onun cennetine gireriz. Yapılan her hayırlı iş Deccal’in cehennemi, yapılan her şer ise Deccal’in cennetidir. Dünya insanlığı şu sıralar Deccal’in cennetinde yaşamaktadır.
Deccal’in bütün dünyayı dolaşıp durması, nefsin bütün tekamül seviyelerinde insanı teşevvüşe düşürmekte olması anlamına gelir. Nefs denen deccal, her kılığa girerek gerçeği bilen, bilge kişiyi de sarsabilir çünkü dünya okulunda sınavlar bitmez.
Kıyamet maddesel ve manevi yanıyla kozmik bir gerçektir. Dünya kıyameti ilk kez yaşamayacaktır, dünya kendi hayatını yaşıyor bizler ise onun üzerinde filin üstüne konmuş sinekler gibiyiz. Şu anda bütün insanlık kıyameti yaşamaktadır. Kıyamet daha çok fiziksel olarak ele alınmıştır, bunun nedeni insanlara anlatabilmek için benzetmeler yapılmasıdır. Dağların yürümesi, yerlerin yayılması gibi. Oysa kıyamet varlığın hem iç boyutunda, hem de dış boyutunda ortak olarak meydana gelir. Asıl kıyamet uyanıştır, yükselmektir, ayağa kalkmaktır, bir yükselme hazırlığıdır. Bir yayın gerilmesi gibi anlayış seviyesinin yükselmeye hazır hale gelmesidir. Yay oktan çıktıktan sonra asıl fırlama meydana gelecektir. Her varlık daha büyük bir atılım yapabilmenin hazırlıkları içindedir, geçmişiyle bütün bağlarını kesmek zorunda olduğunu farketmiştir. Geçmişimiz, şimdiye kadar elde ettiğimiz şuur hali ve anlayış seviyemizdir. Anlayış seviyemizi aştığımız zaman geçmişimizi de aşarız buna karmik telafi denir. Öyle bir koruyucu sistem var ki, hem fizik planların icaplarını yerine getiriyoruz, hem de onun bize sağlamış olduğu olaylardan yararlanarak seviyemizi yükseltiyoruz.
Ezoterik bilgiye göre kıyamet, uzunca bir süreyi kapsayan bir süreçtir. Dolayısıyla kıyamet, tek bir gün ile sınırlı değildir. Kıyamet; insanın manevi, içsel ve şuursal değişimiyle ilgilidir ve şuurlanmak, şuurda dirilmek demektir. İnsanın bunun dışındaki hali ölü olarak simgelenmiştir. Ölülerin kıyamet günü dirilmesi sembolünün açılımı da budur yani şuursuzca ölü olan insanlık şuurlanıp dirilecektir. Dünyanın altüst edilmesi, insanın şimdiye kadar kabul ettiği en büyük gerçek olan nefsani değerlerin altüst edilmesi demektir.
İnsan için bütün mesele, nefsaniyet içerisinde boğulup kalmış olan benliğini, mücadele ederek çekip çıkarmaktır buna uyanış denir. “İnsanlar uyumaktadır ancak ölünce uyanacaklardır” ayeti de buna örnektir. Bu, insanlar nefslerinden kurtulduktan sonra uyanırlar anlamına gelir. Şunu unutmamak gerekir, dünyanın fiziki kıyameti bir yana asıl kıyamet uyanıştır ve uyanan insan varlığı için fiziki kıyametin hiçbir önemi yoktur.
KAYNAKLAR:
Devre Sonu – Ergün Arıkdal
Sadıklar Planı Tebliğleri
Ergün Arıkdal Perşembe Çalışmaları Notları