Kategori: Blog

Kıyamet

Kıyamet

Kıyametin ne zaman kopacağı konusunda birçok tahmin ve hesap var ama bunların herhangi birinde karar kılınmış değil. Spiritüalist anlayışta kıyamet, insanın kendisiyle ilgili uyanışıdır. İnsana faydası olacak olan, kendisi ile ilgili kıyamettir.

Bilindiği gibi, 26.000 yıllık bir tekamül devresinin son zamanlarında bulunuyoruz. Pek çok söylenti olmasına rağmen bunun ne zaman noktalanacağı bilinmiyor. Devre sonunda bulunuyoruz ama tekamülün son devresine ait realite spiritüalizm değildir. Spiritualizm de bir dünya anlayışıdır, insanların tekamül edebilmeleri için bir yoldur, pek çok yoldan biridir. İnsanı kendi varlığıyla başbaşa bırakan, kendi varlığının gelişmesi için çaba sarfetmesi gerektiğini anlatan, nefsiyle mücadelesinin ne olduğunu öğreten, gerçek varlığın hem ruhsal, hem de fiziksel tezahürlerini ona çeşitli olay ve şuur halleriyle anlatmaya çalışan bir yoldur. Yani hem deneysel, hem de teorik yanı vardır.

İnsanlar derin bir ıstırapla düşüncelerinde, anlayışlarında ve hareketlerinde sürekli bir değişime ve hızlanmaya zorlanırlar. Kıyamet psişik bir deneyimdir. Gezegenimize el birliğiyle çok zarar verdik ve bu nedenle kendisini yenileme ihtiyacı içindedir. İç ve dış olmak üzere bütün güçlerini, yörüngesini, kutuplarını, üzerinde bulunan kıtaların biçimini değiştirmek istemektedir. Bu şekilde bambaşka bir dünya oluşacak ve onun üzerinde de, oradaki şartlara uygun varlıkların enkarnasyonları, onların Adem’leri ve Havva’ları gelmeye başlayacaktır. İşte bizler dünya insanlığı olarak, çok büyük bir sıçramanın eşiğinde olmanın hızlanması içindeyiz. Karmaşalar ve yozlaşmalar bundandır, herkes son vazifesini bitirmeye çalışıyor. Alacağımızı alıyor, vereceğimizi veriyoruz, çok büyük bir tesir alanı içindeyiz.

Hiyerarşi; güce sahip olmak bakımından bir derecelenme, basamaklanma ve sıralanmadır. Bu astlık ve üstlük derecesi halk arasında “El elden üstündür, Arş-ı Ala’ya kadar” şeklinde ifade edilir yani bir el kendi altındaki ele hakimdir. O da kendi üstündeki elin hakimiyeti altındadır. İşte kıyamet belirtilerinden biri, bu mertebeler silsilesinin bozulmasıdır. Bunu hayatın her alanına yayabiliriz. Hiyerarşinin bozulması, başların göreceği işleri ayaklara, ayakların göreceği işleri de başlara gördürmektedir. Sıralamanın yetkinlik ve liyakat sistemine göre değil de, maddi kudretin dağılışına göre meydana gelmesi hiyerarşik bozulma demektir. Bu, içinde bulunduğumuz devrede hemen her sahada gizli de olsa görünmektedir. Örneğin, maddi olanakları gelişmiş olanların eğitim görme şansları daha fazladır. Eğitim konusunda bile, maddi kudretin dağılışına göre bir sıralanma söz konusudur. Hiyerarşinin bozulması sırasında nefs vicdanın, cahillik bilginin, duygusallık da akılcı olanın yerini alır ve tüm bunların sonunda insan kendine tapmaya ve kendini putlaştırmaya başlar.

Yaşamımızı gözden geçirdiğimizde, bizi olgunlaştıran şeylerin genellikle bizi mutlu eden olaylar değil, ıstırap veren olaylar olduğunu görürüz. Bizi diri ve ayakta tutan, anlayışımızı yükselten, toleransımızı arttıran hatta bize gerçek sevgiyi tattıran ıstıraplarımızdır. Istırap, insan varlığının dünya olaylarını sentezleme gücünü temsil eder. Bizi yormayan, soluğumuzu kesmeyen işler bizim için faydalı değildir ve gelişimimize yardım etmez. Eğer gerçekten mutlu olmak istiyorsak, hiçbir olaydan kaçmamalı, karşımıza çıkan olayları gücümüz yettiğince değerlendirmeye çalışmalıyız çünkü karşılaştığımız olaylar bizim için verilmiş, yüksek bir planın tesirleridir. İşte kıyamet böyle çalışır.

Kıyamet Sembolleri ve Alametleri

Kiyamet sembolleri ve Alametleri
Kıyamet Sembolleri ve Alametleri

Büyük ve Küçük Kıyamet

İnsanın yani şuurlu bir varlığın özelliği, onun genel bir kıyamet sürecine bağlı olmadan kendi kıyametini yaratması ve o kıyameti yaşama ayrıcalığıdır. Şuur uyanıklığı insanın kıyametidir. Kıyam etmek, insanın uyanmakta olduğu realitesinden doğrulup, daha üst bir realitenin havasına girmesi, ışığı alması, o tesirin içerisine yükselmesidir. Kutsal kitaplarda bir insanın içsel değişimi anlayış getirmesi açısından fiziki değişikliklere benzetme yoluyla sembolize edilmiş ve anlatılmıştır.

Eskiler, biri dünyanın kendisine ait “büyük kıyamet”, diğeri de insana ait “küçük kıyamet” olmak üzere iki türlü kıyamet kabul ederler ve asıl kıyamet küçük kıyamettir. Büyük kıyamet küçük kıyamete hizmet eder. Her alemin ve her alemdeki sistemlerin ayrı ayrı, kendilerine özgü kıyametleri vardır. Şambala, Atlantis ve Batık Kıta Mu benzeri kıyametler insanların yabancısı olduğu durumlar değildir.

Nefsani Azgınlığın Sembolü Yecüc ve Mecüc

Yecüc ve Mecüc’ün kelime olarak kesin bir anlamı yok ve yakıştırıldığı gibi cüce ırk anlamına da gelmiyor. Yecüc ve Mecüc kelimeleri daima biçimsiz, küçük ve garip yaratıkların dünyayı saracağı şeklinde yorumlanmıştır. Denir ki; kıyamet zamanı Yecüc ve Mecüc denilen yaratıklar dünyayı kaplar, yeryüzünün yemişlerini yer, denizlerini kurutur ve yeryüzünü kasıp kavurur. Bazı yorumcular Yecüc ve Mecüc’ün ufak tefek olmalarından ötürü Çinliler olabileceğini bile düşünmüşlerdir.

Asıl anlamına gelince; insanlar uyku evresinden genel uyanmaya geçmeden önce negatif imajinasyon ve düşünceler çoğalır, otomatizma yayılır, bağlı şuur benliği yani nefsin hakimiyeti artar. İşte bu Yecüc ve Mecüc’tür yani bu durum zamanımızda yaşanan olaydır. Nefsani azgınlığın Kur’an’daki sembolü Yecüc ve Mecüc’dür.

Tüm bunlara bağlı olarak, vesvese denen şüphecilik yaygınlaşır ve bu durum Kur’an’da “Vesvasil” olarak geçer. Vesvese; her şeyin değerini aşağılamak, küçültmek, düşürmek, alçaltmak anlamlarına gelir. İnsan kendi özünü bu şekilde kaybeder, bunun için “Sağır ve kör olmak” tabiri kullanılmıştır. Vesvese; vicdan ve kalp güzelliğini perdeler, insanın içini kemiren kurt gibidir ve bu durum şimdi yaygın durumdadır.

Dikkat edilirse, yeryüzünde fiziki rahatsızlıklardan çok psikolojik rahatsızlıklar görülmektedir. Bunun nedeni, hemen hemen tüm insanlarda vesveseye bağlı ruhsal çöküntüler, değer yargılarının basitleşmesi ve ön yargıdır. Her şeyin değeri aşağılandığı gibi bilgeliğin ve bilginin değeri de negatif imajinasyonlarımız, düşüncelerimiz, otomatizma ve vesvese yüzünden aşağılanır.

Ruhsal İdare Mekanizması’nın uyarıları ve yardımlarıyla kapalı şuur halinden, uyurgezerlikten, sarhoşluktan gerçek uyanıklık haline ve ayıklığa geçilir. Negatif imajinasyon ve düşüncelerin egemen olduğu nefsani şuur yok olursa vesvese de ortadan kalkar. Bunun sembolü İsrafil’in borusunu çalması yani “Kalk”, “Uyan” borusunun çalınmasıdır, borunun ismi şuurdur. İsrafil, dünya tekamülünün devrelerini, zaman ve mekan bakımından kozmik tekamül devreleriyle uyumlu kılan dört doğa kuvvetinden ve dört büyük melekten biridir. İsrafil’in borusu; genel şuur uyanıklığına götüren, maddi ve manevi tesirler süreci demektir. İsrafil’in Sur’u iki kez çalar. Biri ferdi şuur uyanıklığı, diğeri ise

Mehdi’nin Ortaya Çıkışı

Derler ki “Kıyamet vakti gelince Mehdi ortaya çıkacak, adaletle hüküm sürecek, insanlığa aydınlık, bereket ve emniyet getirecek.” Mehdi hep bir insan olarak beklenmiştir ama aslında Mehdi bir devirdir ve bilgilerde bu devrin henüz gelmediği belirtilmektedir çünkü şuur uyanıklığı başlamadı, ruhsal alemle olan ilişkiler çoğalmadı, Yukarı’nın etkisiyle gerçekleşen olayların ya da mucizelerin sayısı artmadı. Tüm içsel ve dışsal putlar yani benlikler, takıntılar ortadan kalktığında, sadece Rabb’e kulluk edildiğinde, gönüllerde ve şuurlarda sadece O mevcut olduğunda bu devrin başlayacağı belirtilmektedir. Bir ifadede “Bu hal her insanda oluşursa, her insan kendi kendisinin Mehdisi olur” denmektedir.

Isanin gelisi
İsa’nın Gelişi

İsa’nın Gelişi

İsa’nın gelişi, gerçeğin ruhunun ortaya çıkması demektir. Gerçeğin ruhu, İsa’nın kozmik adı ve lakabıdır. Bu aynı zamanda sevgi ve vicdanın saf olarak tezahür edebilmesidir. Bizler için gerçeğin ruhu, makul vicdandır. Biz bunlara bağlandıkça gerçeğin ruhuna da bağlanmış oluyoruz.

Güneşin Batıdan Doğması

Bu sembolik ifadeye göre, o son zaman geldiğinde, güneş battığı yerden doğacaktır yani ters bir iş olacaktır. Bu anlatıma göre insanlar; dünya tersine dönecek ve her şey altüst olacak diye düşünmüşlerdir. Dünyanın altüst olması demek, insanın kendisinin altüst olması ve uyku halinin altüst olması demektir. Uykunun tersi uyanıklıktır yani nefsani halden vicdani ve makul vicdanlı hale geçiştir. Mevcut olan bütün eksik hallerin mükemmel, olgun, yetkin hale geçmesi, siyahın beyaza dönüşmesi yani Güneşin battığı yerden doğmasıdır. Bu sembol ayrıca devrenin bitişini de temsil eder. Tekamül okulu olarak dünyaya tekrar kabulün sona ermesi, tövbe kapılarının kapanması demektir.

Helak Olmak

Bu ifade Kur’an’da ve Tevrat’ta vardır. Kur’an’da geçen şekliyle “Biz onları helak ederiz.” Genel anlamıyla bu, bir okul döneminin sona ermesidir. Nedense insanlar helak sözcüğünü yok ediliş, ortadan kaldırılış ve sonsuza kadar bir kayboluş şeklinde ele alırlar. Helak ruhçu anlayışa göre; ruhsal evrim düzeyi içinde, belirli hedeflere ulaştıktan sonra, cehdiyle programa dahil olmuş insanların hedeflerine ulaşmalarından sonra elde edilen sonuca göre o harekete son vermektir.

Örneğin; dünya üzerindeki 8 milyar insandan 7 milyar 900 milyonu uyurken büyük bir tecrübe geçiriliyor ve dünya okulunun ulaşması gereken hedeflerinden birisine ulaşılıyor. Laboratuvar yani dünya okulu bir süreliğine kapatılıyor işte helak budur. Bu, geçmiş toplumların başına geldiği gibi (örneğin Atlantisliler) kısmen de olabilir. Dünyanın geçiciliğinin asıl anlamı, kurulmuş olan bu dünya düzeninin belli bir süre için ayakta kalabileceği genel uyanıklık içindir.

Şuur uyanıklığına geçmek, nefsin terkiyle olur işte kıyametin kopuşunu anlatan tasvirler bu halleri temsil eder. Dağların yürümesi, ormanların yanması, hayvanların kaçışması, insanların perişan olması gibi… İstesek de istemesek de bu terk yapılacaktır. Eskiler nefsi terk etmek için yapılan tüm uğraşlara kan ve ateş yolu demişlerdir. Bu, insanın putlarından vazgeçmesi demektir.

Dabbetül Arz’ın Ortaya Çıkışı

Dabbetül Arz Arapça bir tamlamadır. Dabbe, hayvan veya binek hayvanı demektir. Dabbetül Arz ise; kıyamet vakti yaklaşınca yerden çıkacak olan korkunç bir hayvan anlamındadır. Fiziki kıyamet vakti yaklaşınca, yerden çıkacak olan hayvan tarifleri, dünya işinin tamamen ruhsal aleme bağlanacağını ifade eder. Bu hal yaşanırken, Ruhsal İdare Mekanizması’ndan verilmiş olan bilgilere, öğretilere, uyarılara karşı bir güven ve inanç ortaya çıkacaktır. Bu durumdaki bir insan “İnşallah” ve “Allah’ın izniyle” demenin anlamlarını anlamaya başlar. Evrensel Yasaların ne olduğunu, nasıl çalıştığını, kaza ve kaderin ve nasibin ne olduğunu anlamaya çalışır. İnşallah demek; “Ben Yukarı’ya ve Yaradan kanunlarına güveniyorum” demektir. Bu sözü laf olarak söylüyoruz ama çoğu zaman ruhen onaylamıyoruz. Bu bir iman ve bilgi meselesidir.

Ruhsal otoriteye güven şuuru, uyanıklığın gözükmesi, bencilliğin terkine sebep olur. Böylece şuurlanmış insanlar kendileri, dünya ve evren hakkında ince bilgilere ulaşırlar. İnsanlar aldanma şuurundan, tasdik ve onay şuuruna geçerler yani verilen bilgilerin doğruluğuna inanırlar, işte o zaman iman bilgiye dönüşür.

Demek oluyor ki her birimiz için bir Dabbe’nin ortaya çıkması yani ruhsal aleme bağlılığı ifade eden bir iç uyanıklığın meydana gelmesi gereklidir. Eğer kendimizde, Yukarı’ya karşı böyle bir güven şuuru doğmuş ve böyle bir hal oluşmuşsa uyanmaya doğru, kıyama doğru bir gidiş var demektir.

Deccal’in Ortaya Çıkışı

Deccal aldatıcı demektir ve şöyle tasvir edilmiştir: “Solunda cennet, sağında cehennem olan ve iki kaşı arasında kafir yazılı bir varlık yani bir küfür ehli ortaya çıkar. Kendisine iman edenlere su içirip, yemek yedirir. Yiyen ve içen artık iflah olmaz. Bazı insanlar, bazı varlıklar, Deccal’in suyundan içmemek ve yemeğinden yememek için, ot kökü yiyerek Deccal’in zararlarından kendilerini kurtarabilirler.”

Deccal, içgüdüsel ve otomatik duygusallığı ve nefsaniyeti temsil eder. Nefsin tam anlamıyla baş kaldırması ve azgınlaşması demektir. Deccal, dünyanın içinde bulunduğu genel teşevvüş (karışıklık-bocalama) halini ifade eder ve Deccal çoktan çıkmıştır. Şu anda insanlık bir şaşkınlık, yanlış olanı doğru olandan ayırt edememe, bir tür sapıtma ve yolunu şaşırma devrindedir.

Uygunsuz işlerle alakamızı keser, dürüst hareket eder, vicdanlı davranır, dedikodu yapmaz, küsleri barıştırır ve insanlara sevecenlik gösterirsek Deccal’in cehennemine gireriz ama fesatlık yapar ve hain olursak onun cennetine gireriz. Yapılan her hayırlı iş Deccal’in cehennemi, yapılan her şer ise Deccal’in cennetidir. Dünya insanlığı şu sıralar Deccal’in cennetinde yaşamaktadır.

Deccal’in bütün dünyayı dolaşıp durması, nefsin bütün tekamül seviyelerinde insanı teşevvüşe düşürmekte olması anlamına gelir. Nefs denen deccal, her kılığa girerek gerçeği bilen, bilge kişiyi de sarsabilir çünkü dünya okulunda sınavlar bitmez.

Kıyamet maddesel ve manevi yanıyla kozmik bir gerçektir. Dünya kıyameti ilk kez yaşamayacaktır, dünya kendi hayatını yaşıyor bizler ise onun üzerinde filin üstüne konmuş sinekler gibiyiz. Şu anda bütün insanlık kıyameti yaşamaktadır. Kıyamet daha çok fiziksel olarak ele alınmıştır, bunun nedeni insanlara anlatabilmek için benzetmeler yapılmasıdır. Dağların yürümesi, yerlerin yayılması gibi. Oysa kıyamet varlığın hem iç boyutunda, hem de dış boyutunda ortak olarak meydana gelir. Asıl kıyamet uyanıştır, yükselmektir, ayağa kalkmaktır, bir yükselme hazırlığıdır. Bir yayın gerilmesi gibi anlayış seviyesinin yükselmeye hazır hale gelmesidir. Yay oktan çıktıktan sonra asıl fırlama meydana gelecektir. Her varlık daha büyük bir atılım yapabilmenin hazırlıkları içindedir, geçmişiyle bütün bağlarını kesmek zorunda olduğunu farketmiştir. Geçmişimiz, şimdiye kadar elde ettiğimiz şuur hali ve anlayış seviyemizdir. Anlayış seviyemizi aştığımız zaman geçmişimizi de aşarız buna karmik telafi denir. Öyle bir koruyucu sistem var ki, hem fizik planların icaplarını yerine getiriyoruz, hem de onun bize sağlamış olduğu olaylardan yararlanarak seviyemizi yükseltiyoruz.

Ezoterik bilgiye göre kıyamet, uzunca bir süreyi kapsayan bir süreçtir. Dolayısıyla kıyamet, tek bir gün ile sınırlı değildir. Kıyamet; insanın manevi, içsel ve şuursal değişimiyle ilgilidir ve şuurlanmak, şuurda dirilmek demektir. İnsanın bunun dışındaki hali ölü olarak simgelenmiştir. Ölülerin kıyamet günü dirilmesi sembolünün açılımı da budur yani şuursuzca ölü olan insanlık şuurlanıp dirilecektir. Dünyanın altüst edilmesi, insanın şimdiye kadar kabul ettiği en büyük gerçek olan nefsani değerlerin altüst edilmesi demektir.

İnsan için bütün mesele, nefsaniyet içerisinde boğulup kalmış olan benliğini, mücadele ederek çekip çıkarmaktır buna uyanış denir. “İnsanlar uyumaktadır ancak ölünce uyanacaklardır” ayeti de buna örnektir. Bu, insanlar nefslerinden kurtulduktan sonra uyanırlar anlamına gelir. Şunu unutmamak gerekir, dünyanın fiziki kıyameti bir yana asıl kıyamet uyanıştır ve uyanan insan varlığı için fiziki kıyametin hiçbir önemi yoktur.

KAYNAKLAR:

Devre Sonu – Ergün Arıkdal

Sadıklar Planı Tebliğleri

Ergün Arıkdal Perşembe Çalışmaları Notları

Orpheus Kimdir?

Orpheus Kimdir?

Orpheus Kimdir? Şiirin ve Müziğin Atası, kutsal Yunan’ın can bahşedici dehası ve onun ilahi ruhunu uyandıran kişidir. Onun yedi telli liri tüm evreni birden kucaklamaktaydı. Bu tellerin her biri, insanın ruhunun bir niteliğine karşılık gelmekte ve de bir bilimin ve bir sanatın yasasını içermekteydi. Orfe’nin Yunan’a kazandırdığı bu canlılık tüm Avrupa’ya yine Yunan aracılığıyla iletilmiştir. Orfe, şiirin ve müziğin öncüsü ve atasıdır.

Orfeyi anlatmaya geçmeden önce Orfe’nin doğduğu dönemde Yunan’ın ne durumda olduğuna bir bakalım:

Homeros’tan beş asır, İsa’dan ise on üç asır önceleri yani Musa devriydi. Hint, Kali-Yuga yani koyu karanlıklar çağına gömülmüştü. Asur, dünya için felaket demek olan anarşinin zincirini koparmış ve Asya’yı ezmekle meşguldü. Mısır ise evrensel bozuşmaya ve kokuşmaya olanca gücüyle karşı koymaya çalışmaktaydı. Yunan ise din ve politika yüzünden paramparça olmuştu. Tıpkı Şambala, Atlantis ve batık kıta Mu‘nun hikaye olmadığı gibi Orfe’de sadece mitolojik bir karakter değil aksine büyük inisiyelerden biridir.

Orfe’ye o ışıl ışıl parlaklığını veren ışık bir başka ışıktır. Orfe, çağlar içinde yaratıcı bir dehanın kişisel ışınıyla ışıldamıştı ve onun ruhu, kendi eril enginliklerinde ezeli-ebedi dişilin aşkıyla titreyip durmuştu. Tabiatta, insanlık aleminde ve gökte üçlü bir form halinde yaşayan ve titreşen ezeli-ebedi dişili o, enginliklerinin enginliklerinde bulmuş ve sorularının cevaplarını ondan sağlamıştı. Mabet sunaklarındaki tapınmalar, inisiyelerin bilgileri, şairlerin haykırışları, filozofların sesleri ve de tüm bunlar sonucu ortaya çıkmış olan sonuç, yani eseri olan birleşmiş ve bütünleşmiş bir Yunan bize Orfe’nin reel bir varlık olduğunu gösterecek kanıtlardır.

O sıralarda Trakya derin ve kıran kırana bir mücadele tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktaydı. Güneş kökenli dinler ile ay kökenli dinler arasında üstünlük yarışı sürüp gitmekteydi. Uranos ve Güneş kökenli dinlerin mabetleri yüksek yerlerde ve dağlarda bulunmaktaydı, din adamları erkekti ve yasaları sertti. Ay kökenli dinler ise ormanlarda hüküm sürmekteydi ve bu dinler rahibelerin pençelerinde bulunmaktaydı.Okült sanatların yoldan çıkmış şekli ve sefahat azgınlığı durumundaki ayın usulleri de şehvet arttırıcı nitelik arz etmekteydi. Güneş rahipleri ile Ay rahibeleri arasında öldüresiye bir savaş sürüp gitmekteydi. Bu cinsiyetlerin, eril ve dişi prensiplerin savaşıydı, erkek ile kadın arasındaki savaştı.

O sıralarda, Trakya’da harika denecek seviyede bir cazibeye sahip olan, kral soyundan gelme bir genç ortaya çıkmıştı. Onun bir Apollon rahibesinin oğlu olduğu söylenmekteydi. Tatlı ve latif sesinde acayip bir çekicilik ve sihir mevcuttu. Tanrılar’dan söz ederken sesi, duyulmadık bir ahenkle titreşmekteydi. Bu delikanlının üzerinde bir ilham ehli havası vardı. Sarı saçları yaldızlı dalgalar halinde omuzlarına dökülmekte, dudaklarından etrafa saçılan müzik ise ağzının her iki köşesinde elem ifadeli hoş bir hat oluşturmaktaydı. Derin bakışlı mavi gözlerinden etrafa güç, letafet ve sihir saçılmaktaydı. Fakat Apollon’un oğlu denilen bu delikanlı bir gün aniden ortadan kayboluvermişti. Ölüp cehenneme indiğinden söz edilmeye başlanmıştı. Gizlice Ege’de Trakya sahillerine yakın Samotrake adasına kaçmış, oradan da Mısır’a geçip Menfis rahiplerinin yanına sığınmıştı. Orada rahiplerin sırlar öğretisini izleyip öğrenmiş ve böylece 20 yıllık bir süreden sonra yeni bir inisiyasyon adıyla yurduna geri dönmüştü. Bu yeni isim, çetin eprövler sonucunda hak etmiş olduğu ve misyonunun bir nişanesi olmak üzere mürşitlerinin vermiş olduğu bir isimdi. Artık herkes ona Orfe ya da Arfa diye hitap eder olmuştu. Bu ismin anlamı ışık vasıtasıyla şifa veren demekti.

Orpheus Hikayesi

İlmi, cazibesi ve coşkusu sayesinde Orfe, hemen hemen tüm Trakyalıları peşine takmış, şarap tanrısı Diyonizos’a tapınma dini olan Baküs dinini temelden değiştirmiş ve Diyonizos bayramlarını kutlayan rahibeleri yani Bakantları alt etmişti. Zeus’un Trakya’daki ve Apollon’un Delf’teki saltanatını tesis eden kişi o olmuştu ayrıca ileride Yunan’ın sosyal birlik ve bütünlüğünü sağlayacak olan kurumun yani Anfiksiyon meclisinin temelini atan da o olmuştur. Sonunda sırlar öğretisini tesis etmiş ve böylece ülkesinin dini çatısını kurmuştu. Onun öğretileri aracılığıyla inisiyeler yüce hakikatlerin arı ışığına kavuşmaktaydılar, ancak bu aynı ışık halka daha ılımlı bir görünüm altında sunulmaktaydı, yani şiir yoluyla ve baş döndürücü şenlikler aracılığıyla perdelenmiş bir halde sunulmaktaydı.

Orfe, bir süre sonra Jüpiter mabedinde büyük rahip olmuştur. Bir keresinde, heyecandan rengi solmuş ve hayranlıktan titremeye başlamış bir halde yüce İlham Ehli’nin yani Orfe’nin sözlerini bekleyen Delfli bir müride şu inisiyasyon sözlerini söylemiştir:

“Eşyanın prensibine yani tertemiz esirde alev alev yanmakta ve ışıl ışıl ışıldamakta olan yüce üçleme kadar yükselebilmek için kendi iç aleminin derinliklerine gömül. Bedenini düşüncenin ateşiyle eritip yok et; alev nasıl için için kemirdiği odundan ayrılıp serbestleşiyorsa, sen de maddeden aynı şekilde kopup serbestleş. Ruhun, ezeli-ebedi sebeplere özgü o arı esirin içine (astral alem) ancak o takdirde yükselip dalabilir, tıpkı kartalın Jüpiter’in tahtına yükselişi gibi.”

“Şimdi sana alemlerin sırrını, tabiatın ruhunu ve Tanrı’nın özünü ifşa edeceğim. Önce şu yüce sırrı dinle. Engin göklerde de yeryüzünün derinliklerinde de tek bir varlık hüküm sürmektedir. Bu varlık gürleyen Zeus’tur, yani esiri Zeus’tur. Engin öğüt de odur, kudretli kin de odur, çok latif aşk ve sevgi de odur. O hem yerkürenin derinliklerinde, hem de yıldızlı semalarda hükümrandır. O, eşyanın nefesidir. Önünde hiçbir gücün ayakta duramadığı eril ve dişil ateştir, O bir kraldır, O bir kudrettir, O bir Tanrı’dır, O yüce bir mürşittir.”

“Gök ile yer arasındaki aşkı, özel yol mensubu olmayan kişi bilemez. Zevcin ve zevcenin sırları ancak ilahi insanlara ayan beyan olur. Şimdi sana artık gerçeği söylemek istiyorum. Az önce şu kayalıklar, yıldırımların etkisiyle zangır zangır sallanmaktaydı. Üzerlerine yıldırım canlı bir ateş ve gümbürtülü bir alev halinde düşmekteydi. Onun içinde dağlardaki yankıları sevinç böğürmeleri halinde duyulmaktaydı. Ama sen titreyip duruyordun çünkü o ateşin nerden gelip nereye düştüğünün farkında bile değildin. O ateş eril ateştir, Zeus’un tohumudur, yaratıcı ateştir. O, tüm varlıklarda kıpır kıpır dalgalanır halde mevcut bulunmaktadır. Yıldırım düştüğü anda o, onun sağından fışkırmaktadır. Ama onun rahipleri olan bizler, onun özünü, esasını biliriz, biz onun oklarından korunabiliriz ve hatta bazen onları yönlendirebiliriz bile.”

“Şimdi de şu gökkubbeye bak. Şu parlak takımyıldızlar çemberini, yani üzerine ince samanyolu tülü atılmış olan şu çemberi seyret; gördüğün o ince tül, güneşlerin ve dünyaların tozlarından oluşmadır. Orion’un (Artemis tarafından öldürüldükten sonra takımyıldız haline dönüşmüş olan dev cüsseli, yakışıklı avcı), İkizler’in (Castor ve Pollux adlı çok parlak ve çok yakın yıldızlardan ötürü ikizler adını almış olan takım yıldız) ve Lirin nasıl ışıl ışıl ışıldadıklarına bir bak. Bu gördüklerin Zevcin bestesinin etkisi altında ahenk dolu bir coşkuyla dönüp duran Zevcenin bedenini oluşturmaktadır. Gönül gözünle bakarsan onu, başı arkaya doğru eğilmiş ve kolları iki yana açılmış bir halde görebilir ve böylece de onun, üzeri yıldızlarla bezeli peçesini kaldırabilirsin.” “Jüpiter hem zevcdir, hemde ilahi zevce. Bu ilk sırdır.”

“Ey Delf’in evladı, şimdi de inisiyasyonun ikinci bölümüne hazırlan. Ürper, ağla, yararlan ve saygıyla eğil! Çünkü ruhun, ruh ile dünyanın yaşam kupası içinde Demiurg (Eflatun felsefesinde evreni düzenleyen Tanrı) tarafından harmanlandığı o yakıcı mekanın içine dalacak. O sarhoş edici kupaya yapışıp susuzluğunu gideren tüm varlıklar o ilahi visal günlerini unutuverip, kendilerini bedenli yaşamlara mahsus olan süfli alemin o ıstırap dolu dipsiz derinliklerine bırakıvermektedirler.”

“Tanrılara doğru uzanan yol diktir, çetindir. Önce çiçekli bir patika, ardından dik bir yamaç, sonra da muazzam bir mekanın ortasında yer alan yıldırımlı kayalıklar. Görücünün ve Elçinin yeryüzündeki kaderi budur. Evladım, ovadaki çiçekli patikada yürümeye bak, ötesini bırak.”

Bu inisiyasyonun ardından Orfe ve müridi Romalıların Baküs diye adlandırdığı şarap Tanrısı Diyonizos Bayramı için Tampe vadisine giderler. Onlarla birlikte diğer gruplarda Ossa Vadisine doğru yola koyulmuşlardı. İlk olarak yavru Baküs’ün müritleri, yani üzerlerinde uzun keten tunik ve başlarında da sarmaşıktan birer taç taşıyan yeni yetmeler geçmişti. Ellerinde yaşam kupasının sembolü olan işlemeli ağaçtan kupalar vardı. Onların ardından da mağrur ve sağlıklı delikanlılar yürümekteydi. Bunlar savaşçı Herkül’ün müritleri diye anılan gençlerdi. Kısa tunikli ve çıplak ayaklı olup, omuzlarında ve böğürlerinde enlemesine aslan derisi, başlarında da zeytin dalından taçlar taşımaktaydılar. Onların da ardında ise ilham ehli kişiler, yani lime lime edilmiş Baküs müritleri vardı. Bunlar bedenlerine çizgili panter derisi sarmış, saçlarını erguvan renkli bant ile bağlamış kişilerdi ve de üzerine asma dalı ve sarmaşık dolanmış bulunan birer asma taşımaktaydılar.

Ve Orfe müridine anlatmaya başlar:

“Burada kimse kimsenin adını bilmez ve herkes de kendi adını unutur. Çünkü özel yol mensupları, kendilerine tahsis edilmiş olan bölgeye girmeden önce kirli çamaşırlarını atıp ırmakta yıkandıkları ve ardından da temiz keten elbise giydikleri anda asıl adlarını atıp yerine bir yenisini edinmektedirler. Bu insanlar yedi gün, yedi gece boyunca değişime uğrayıp yeni bir hayata geçmektedirler. Şu kadın kafilelerine bir bak. Onlar aile ve memleket esasına göre değil, kendilerine ilham sunan Tanrı esasına göre gruplandırılmışlardır.

Derken, başlarına nergisten yapılma taçlar takmış, gök mavisi kolsuz tunikli genç kızlar geçmişti önlerinden. Orfe bunlardan cehennemin kralı tarafından kaçırılıp cehenneme götürülen cehennemin kraliçesi Zeus ve Demeter’in kızı Persefon’un yoldaşı olan su perileri diye söz etmişti. Bu kızların ellerinde küçük kutular, kavanozlar ve adak vazoları vardı. Onların gerisinde de mistik maşuklar, ateşli zevceler yani Afrodit hayranları yürümekteydi. Başka bir kafilede kadınların vücutları baştan aşağı siyah yün elbiseler içindeydi. Gerilerinde yerde de kıyafetlerinin bir parçası olan uzun tüller sürünmekteydi. Bunların hepsi de birer büyük matemin ezikliği altında kıvranmaktaydılar. Orfe bu kadınları Persefon’un kederli hatunları diye adlandırmıştı.

Sonunda Diyonizos mabedinin önünde toplanan kafilelere Orfe şu konuşmayı yapmıştır:

“Yeryüzü ıstıraplarının ardından tekrar doğmak üzere buraya gelmiş bulunan ve şu anda tekrar doğmakta olan sizlere selam olsun. Karanlıktan çıkmış olan özel yol mensupları, kadınlar ve inisiyeler, gelin mabedin nurundan kana kana için. Istırap çekmiş olanlar, gelin sevinci tadın; savaş vermiş olanlar, gelin dinlenin. Başlarınızın üzerine yansıttığım güneş, ruhlarınızda ışıldayacak olan güneş, ölümlülerin güneşi değildir; o Diyonizos’un arı ışığıdır, inisiyelerin yüce güneşidir. Geçmişteki ıstıraplarınız ve bu yoldaki çabalarınız sayesinde galip geleceksiniz ve hele İlahi Kelam’a inanıyorsanız çoktan galip gelmişsiniz demektir. Uzun bir karanlık yaşamlar dizisinden sonra bir gün ıstıraplı tekrardoğuşlar çemberinden kurtulacak ve hep birlikte Diyonizos’un nurunda bir tek beden ve bir tek ruh haline geleceksiniz.

Dünyada bize rehberlik eden ilahi kıvılcım yani vicdan içimizde bulunmaktadır; o, mabette meşale, gökte de yıldız haline gelir. Hakikatin ışığı işte böyle büyür! Yedi telli lirin, yani Tanrı Lirinin titreşimlerini dinleyin. Lir burada şu anlamlara gelmektedir: a) Apex’in yakınında bulunan küçük takımyıldız. b) Yedili kanunun evrendeki uygulanışı. c) 7 yaratıcı ışığın tezahürü. d) Ses-titreşim-tesir. Müziğin bir oktavlık yedi sesinin kozmik icra gücü.)

Dünyaları o Lir hareket ettirir. İyi dinleyin ki sesi içinize işlesin. Göklerin enginlikleri size ancak böyle ayan beyan olabilir. Güçsüzlere yardım, ıstırap çekenlere teselli ve herkese umut! Ama kötülerin ve özel yol dışındaki insanların vay haline! Onlar şaşırıp allak bullak olacaklardır. Zira başkasının ruhunu derinlemesine görmek sırların vecd haliyle mümkündür. Kötüler o anda dehşete kapılırlar, kutsallığa saygısı olmayanlar ise ölürler.

Diyonizos’un ışığı üzerinize ışığını saçtığında şu anda kudretli semavi Eros’u davet ediyorum. Aşklarınızda da, gözyaşlarınızda da hep o hazır bulunsun. Seviniz; çünkü her şey sevmektedir, yerin dibindeki tanrılar da, esirdeki tanrılar da. Ama karanlığı değil, ışığı seviniz. Yolculuk sırasında her an amacı hatırlayınız. Ruhlar, ışıklı aleme döndüklerinde, yıldızsal yani astral bedenlerinin üzerinde, yaşamlarının tüm hatalarını iğrenç lekeler halinde taşımaktadırlar. Onları silip atmak için kefaretlerini ödemek ve onun için de dünyaya tekrar doğmak zorunda kalmaktadırlar. Ama arınmışlar ile güçlüler, kudretliler Diyonizos’un güneşine gitmektedirler.

“Şimdi de Evohe’yi terennüm ediniz.”

Bunun üzerine mabedin dört bir yanında hazır bulunanlar, tekrar doğuşa davet anlamı taşıyan bu Diyonizos çığlığını hep bir ağızdan defalarca tekrarlamışlardır.

Bayram bir rüya gibi geçmiş ve akşam olmuştu. Orfe ve şakirdi bir yeraltı galerisi aracılığıyla aşağılara inip, dağın içlerine doğru ilerleyen ve sadece başrahip tarafından bilinen kutsal mahzene varmışlardı. Tanrıların ilhamlarına nail olmuş olan Orfe, tek başına meditasyona hep orada dalmakta, şakirtleriyle birlikte önemli maji ve teürji yani ıÜügizli güçlerin incelenmesi ve kullanılması çalışmalarını da yine hep orada gerçekleştirmekteydi. Orfe burada şakirdine şunları söylüyordu:

“Kutsal ışık kaynağında susuzluğunu gidermiş ve böylecede sırların sinesine arı bir kalple girmiş bulunuyorsun. Seni hayatın ve ışığın kaynağına nüfuz ettireceğim görkemli an geldi çattı artık. Gözle görünmez harikaları insanların gözünden saklayan kalın perdeyi kaldıramamış olanlar henüz Tanrı’nın oğulları olmuş sayılmazlar.

Sıradan insanlara söylemen gereken ve mabetleri kudretli kılan şu hakikatleri dinle bir de:

Yaradan bir ve tektir ve de ancak kendi zatına benzer. Her yerde onun kudreti hükümrandır. Ama tanrılar sonsuz sayıdadır ve çeşit çeşittirler; zira uluhiyet ezeli-ebedi ve de sonsuz-sınırsızdır. En yüceleri, yıldızların ruhlarıdır. Güneşlerin de, yıldızların da, yerkürelerin ve ayların da kendi ruhları vardır ve ruhların hepsi Zeus’un semavi ateşinden ve ilk ışıktan hasıl olmuşlardır. Künhüne vakıf olunamaz ve şaşmaz, değişmez nitelikli olan bu yarı şuurlu ruhlar yani Melekler düzenli hareketleriyle yüce bütünü yönetip dönendirmektedirler. Her yıldız, her gezegen, hareket ettiği sırada, esiri alanın içerisinde, bir yarı-tanrılar veya ışıl ışıl ışın salan ruhlar ordusunu da sürükleyip götürmektedir; bu yarı-tanrılar veya bu ışıl ışıl ruhlar, bir zamanlar insanken alemler skalasından basamak basamak aşağılara inip, sonra siklustan siklusa şanlarıyla şerefleriyle sıçraya sıçraya tekrar yukarılara tırmanmış ve böylece tekrar doğuş mecburiyetinden kurtulmuş olan ilahi ruhlardır. Tanrı, onlar aracılığıyla nefes almakta, onlar aracılığıyla hareket etmekte ve yine onlar aracılığıyla tezahür etmektedir; onlar, O’nun hayattar ruhunun nefesi, O’nun ezeli-ebedi şuurunun ışınlarıdırlar.

Onlar, unsurlarla haşır neşir olan daha geri düzeyli varlık ordularına kumanda etmekte; dünyaları yönetmektedirler. Uzaktan veya yakından bizi sarıp kuşatmakta; ancak, özleri bakımından ölümsüz olmalarına rağmen, daima halklara, zamana ve bölgelere göre değişiklik arz eden kisvelere bürünmektedirler. Onları inkar eden inançsız kişi onlardan korkmakta; inançlı kişi de, bilmeden tanımadan onlara ibadet etmektedir; inisiyeye gelince, o ise, onları kendine cezbetmekte ve görmektedir. Eğer onları bulmak için çalışıp çabaladımsa, eğer ölüme meydan okudumsa ve eğer söylendiği gibi, ölüm ötesi mekana gittimse, bu dipsiz derinliklerdeki karanlık güçleri alt etmek, yukarının Tanrıları’nı sevgili vatanım Yunan’a davet etmek ve engin Göğün yer ile izdivacını sağlamak ve bu sayede büyülenecek olan yerkürenin, ilahi sedayı dinlemesini mümkün kılmak içindi. Semavi güzellik kadın vücutlarında tezahür edecek, Zeus’un ateşi kahramanların kanlarında dolaşacak; ve Tanrılar’ın oğulları, yıldızlara çıkmadan da önce, . Ölümsüzler gibi ışıl ışıl ışıldayacaklardır.

Orfe’nin Liri nedir, bilir misin? İlhama ve ifşaata nail olmuş bulunan mabetlerin sesidir. Bu mabetlerin telleri Tanrılardır. Yunan ülkesi, tıpkı bir lir gibi, onların müziğine uygun şekilde akort edilecek ve bizzat mermer heykel bile parlak kadanslar ve semavi ahenkler halinde aynı müziği terennüm eder olacaktır.

Sana canlı halleriyle görünsünler ve de peygamberane bir vizyon içinde, sana, dünya için hazırlayıp yetiştirmekte olduğum ve ancak inisiyelerin görebileceği mistik Himene’yi yani Evlilik Tanrısını göstersinler diye Tanrılarımı çağıracağım şimdi. Şu kayanın oyuğuna huzur içinde uzan ve hiçbir şeyden korkma. Az sonra sihirli bir uykuya dalacaksın; önce titreyeceksin ve feci şeyler göreceksin; ama ardından duyularını ve iç varlığını tatlı bir ışık, duyulmadık işitilmedik bir mutluluk kaplayacak.”

Şakirt, yatak biçiminde oyulmuş kayanın kovuğuna girip çoktan kıvrılıp büzüşmüştü bile. Orfe, sunak ateşinin içine bazı kokular atmış; sonra, ucunda ışıldar bir kristal bulunan abanoz bir asayı eline alıp sfenksin yanına yaklaşmış ve iç derinliklerinden gelen bir sesle evokasyona başlamıştı.

“Kibele! Kibele! (Anadolu kökenli bereket tanrıçası) Ey yüce ana, sesime kulak ver! Ey ilk ışık, ey kıvrak, esiri ve daima mekanlardan mekanlara sıçrayan ve de sinesinde her şeyin yankısını ve suretini barındıran alev! Senin şimşekler çaktıran ışıklı hizmetkarlarını davet ediyorum. Ey evrensel ruh, ey dipsiz uçurumlara ve güneşlere hayat verip yıldızlı mantosunu Esir’de dalgalandırıp duran ruh; ey beden gözleriyle görülemeyen gizli ve süptil ışık; ey sinesinde ezeli-ebedi simgeleri ve örnekleri meknuz bulunduran, Dünyaların ve Tanrılar’ın yüce anası! Ey kadim Kibele, gel! Sihirli asamın, Semavi varlıklarla aramdaki ittifakın yüz hürmetine gel, Öridis’in (Orfe’nin zevcesi) hatırı için gel!.. Ezeli-Ebedi Eril’in ateşi altında titreşen her şekle giren uysal seni davet ediyorum. Mekanların en yükseğinden, uçurumların en diplerinden, her taraftan akarak gel ve şu mağarayı ondurucu intişarınla doldur. Gel ve sırların şu evladının çevresini elmastan sularla çevir ve de ona engin sinendeki dipsiz Uçurumun, Dünyanın ve Göklerin ruhsal varlıklarını göster.”

Bu sözler üzerine, toprağın derinliklerinden gelen bir yıldırım, uçurumu sarsmış ve tüm dağı zangır zangır sallamıştı. Şakirdin vücudundan soğuk bir ter boşalmış ve delikanlı, Orfe’yi, gittikçe yoğunlaşan bir sisin ardından görmeye başlamıştı. Kendisini sarıp sarmalamış olan müthiş güce karşı bir an direnmeye çalışmış ama hemen ardından zihni ve iradesi pes edivermişti. Az sonrada, suda boğulmakta olan bir kimsenin çıkardığı sesleri andırır sesler çıkarıp kendisini birden şuur dışının karanlıkları ve bilinmezlikleri içinde buluvermişti.

Orfe’nin şakirdi normal hale dönüp de bedensel duyularına tekrar kavuştuğunda kendini kapkara gecenin kollarında bulmuştu. Orfe yanıbaşında dikiliyordu. Ve başrahip Orfe ona hemen şu soruyu sormuştu:

-Delf’in evladı, nereden geliyorsun?

-Ey inisiyelerin mürşidi, ey semavi sevindirici, ey harika Orfe, İlahi bir rüya gördüm. Sihir ürünü bir şeymiydi yoksa tanrıların bir lütfu muydu? Ne cereyan etti acaba? Dünyammı değişti yoksa? Şu anda neredeyim ben?

– İnisiyasyonun tacına nail oldun ve de benim rüyamı gördün, yani ölümsüz Yunan’ı! Haydi, artık buradan çıkalım çünkü bu rüyanın onaylanması için benim ölmem, senin ise yaşaman gerek.

Zeus rahipleri Jüpiter mabedinin sunağının kubbeli bir mahzeninde toplanmışlardı. Yarım daire oluşturacak şekilde oturmuşlardı. Orfe ise, sanki sorguya çekilecek bir sanıkmış gibi onların tam orta yerinde ayakta durmaktaydı. Rahiplerin en yaşlısı yargıçlara yaraşır tarzda sesini ciddi bir edayla yükselterek şunları söylemeye başlamıştı:

-Ey Apollon oğlu Orfe, seni büyük rahip ve kral diye adlandırıp sana Tanrı oğlunun mistik asasını verdik. Bu ülkedeki Jüpiter ve Apollon mabetlerini sen yücelttin. Ama bizi tehdit eden şeyden haberin var mı? Sen ki korkunç sırları bilirsin, sen ki bize kaç kez geleceği okumuşsundur, sen ki şakirtlerine hayal halinde görünmek suretiyle uzak mesafelerden onlara hitap etmişsindir ama şu anda başında dönenleri bilmiyorsun. Sen yokken, şu vahşi Bakantlar, şu lanetli rahibeler Yolların, sokakların, uğursuz gecelerin ve geceleri yapılan büyülerin ve hayallerin tanrıçası Hekate’nin vadisinde toplanıp aralarında görüştüler. Ve Trakyalıları büyüleyip bize karşı kışkırttılar. Trakyalılar bin kişilik bir orduyla yarın mabede saldıracak.

-Hepsini biliyordum dedi Orfe ve ekledi bütün bunların olması şarttı.

Rahip:

-Ama bizi savunmak için neden hiçbir şey yapmadın? Bunun üzerine Orfe

-Tanrılar silahla değil, kelamla savunulur. Alt edilmeleri gerekenler Bakantlardır. Onlara tek başıma karşı çıkacağım. Endişeniz olmasın şu surları kimse aşamayacak. Kan dökücü rahibelerin saltanatı yarın sona erecek. Benden şüphe eden ihtiyar sana gelince büyük rahip asası ile başrahip tacını sana bırakıyorum çünkü Tanrılara kavuşacağım hoşçakalın” der ve dışarı çıkar. Delfli müridinide yanına alıp yola düşer. Yolda müridine şunları söyler:

“Son saatim yaklaştı. Diğerleri beni anladı ama sen beni sevdin. Seni sırların sırrıyla işte onun için yüz yüze getirdim. Böylece Tanrılar sana hitap etmiş ve sen de onları görmüş oldun. Sözlerimi iyi dinle ve onları hafızana nakşet ama sır olarak sakla.

-Ruhun göğün evladı olduğunu artık iyi bilmektesin. Kökenini de gördün, sonunu da ve kendini hatırlamaya da başladın. Ruh bedene bağlanınca belli belirsiz de olsa yukarının seyyalelerini almaya devam eder. Bu güçlü nefes bize ilk önce annemiz aracılığıyla ulaşır. Onun göğüslerindeki süt bedenimizi besler, boğucu beden hapishanesindeki bunalmış varlığımızı ise onun ruhu besler.

Orpheus Mozaiği

İsis ve Osiris rahipleri bana sırlarını ifşa etmişlerdi. Ben Eros sayesinde konuşmuş, onun sayesinde ilahiler söylemiş ve onun sayesinde zafere ulaşmıştım. Hermes’in ve Zerdüşt’ün kelamlarını yine onun sayesinde hecelemiştim. Jüpiter ve Apollon’un kelamlarını anlamada, kavramada yine yardımıma o koşmuştu. Ama ölmek suretiyle misyonumu teyit etme zamanı artık geldi. Göğe yükselmeden önce bir kez daha yeraltı alemine inmem gerekiyor. Doktrinimi Delf mabedine, yasamı da Anfiksiyon Meclisi’ne sen götüreceksin.

Başrahip şakirdiyle birlikte Trakyalıların bulunduğu yere gelip nöbetçiden reislerini çağırmasını istedi ve reise Tanrıların lütuflarından, semavi ışığın büyüleyici güzelliğinden, inisiye kardeşleriyle birlikte sürdürdüğü ve tüm insanlara da nasip etmek için çırpındığı o tertemiz hayattan söz etti. Anlaşmazlıkları gidereceğine, hastaları iyi edeceğine ve de dünyanın en güzel meyvelerini veren tohumlar ile onlardan da değerli olan ve insana hayatın ilahi meyvelerini sunan asıl tohumlar konusunda, yani sevinç, aşk ve güzellik konusunda onları eğiteceğine söz vermişti. Konuştuğu sırada ciddi ve tatlı sesi tıpkı bir lirin telleri gibi titreşmekte ve sarsılıp şaşkına dönmüş Trakyalıların gönüllerine her an biraz daha derinlemesine işlemekteydi. Orfe’nin sesindeki müzikal şehvet ve acımasızlıkla dolu olan Bakant rahibelerini bile sakinleştirmişti.

O sırada büyücülerin başı Aglanois ortaya atılarak Trakyalılara:

“Hayır, Tanrı filan değil o. Orfe derler ona, sizin gibi bir insandır, sizi kandıran bir sihirbazdır, kendisini haksız yere taçlandırmış bir zorbadır. Apollonun oğlu ha, Rahip ha hem de büyük rahip? Saldırın üstüne Tanrıysa kendini korusun da görelim.

Aglaonis’in adamları Orfe’nin üzerine atılıp onu kılıç darbeleriyle yere düşürürler. Orfe “Gerçi ben ölüyorum ama Tanrılar daima diridirler.” diyip son nefesini verir. Aglaonis zafer kazanmış bir komutan edasıyla ve büyük bir mutlulukla Orfe’nin cesedinin üzerine eğildiğinde dehşete kapılır. Çünkü az önce bedenini terk eden Orfe canlanmıştır fakat bakışlarında Orfe’nin değil, zevcesi Öridis’in bakışları vardır. Aglaonis bunun üzerine korkudan çığlıklar atarak oradan uzaklaşmıştır.

Orfe’nin bedeni kendi rahipleri tarafından yakılmış, külleri ise uzak bir Apollon sunağına götürülmüş ve orada kutsal bir emanet olarak muhafaza edilmişti. Orfe’nin tradisyonu, ilmi ve sırları hükmünü orada sürdürmeye devam etmiş, ayrıca tüm Jüpiter ve Apollon mabetlerine de oradan yayılmıştı. Daha sonraları Orfe’nin dinini kabul etmiş olan Trakyalılar onun, eşinin ruhunu arayıp bulmak üzere yeraltı alemine indiğini, orada ebedi aşkını kıskanmış olan Bakantlar tarafından paramparça edildiğini, başının Ebre’ye atılıp onun azgın dalgalarına havale edildiğini ama tüm bunlara rağmen dudaklarının hala “Öridis Öridis” diye kıpırdadığını hikaye etmişlerdir.

Trakyalılar, bir suçlu gibi öldürdükleri bir insanı, yani kendilerini yola sokmak, ıslah etmek pahasına canını feda etmiş bir insanı daha sonra bir peygamber gibi ululamışlardır. Böylece Orfik kelam Helen ülkesinin damarlarına, sunakların ve inisiyasyonun esrarlı kanalı aracılığıyla işlemişti. Mabette inisiyeler seslerini nasıl görünmez lirin sesine göre akort ediyorlar idiyse, aynı şekilde Tanrılarda seslerini onun sesine göre akort eder olmuşlardı ve sonuçta Orfe’nin ruhu, Yunan’ın ruhu haline gelmişti.

Kaynak: İnsanlığı Aydınlatan Büyük İnisiyeler – Edouard Schuré

Medyumluk Nedir?

Medyumluk Nedir?

Medyumluk, yapmış olduğu fonksiyon ve meydana getirmiş olduğu işler bakımından dünyanın ruhsal alemle en eski bağlantı aracıdır.

Medyumlar, göksel dünyayla yani ahiret dediğimiz ruhsal dünyayla fizik dünya arasındaki bağlantıyı en sağlıklı şekilde kurabilecek, birini ötekisine bağlayabilecek, birinde olanları diğerlerine anlatabilecek, bilgi aktarımı yapabilecek güçte varlıklardır. Üstat Ergün Arıkdal’a göre, medyumluğun geçmişi Adem’le başlar. Geleneksel ve dinsel kitaplardaki dinsel mitoloji reel bir şekilde yorumlanırsa, Adem’in kendi yönetici varlığıyla ya da planıyla ilk bağlantısının konuşmalarının diyaloglar halinde çeşitli kitaplara konu olduğunu görürüz.

Cennette olanlar yüz yüze olan olaylar değildir. Yani iki varlık karşı karşıya gelerek birbirleriyle iletişim halinde olmamışlardır. O ifadeler tamamıyla sembollerle ifade edilmiş medyumsal çalışmalardır. Bu da, demek oluyor ki; Adem’e söylenen, yapması ve yapmaması gereken şeyler, Adem’in aldığı ilk tebliğlerdir.

İlk yasaların ortaya çıkışında meydana gelen tüm Vedik çalışmalar, ünlü Manu Yasaları gibi bilgiler de veli adını verebileceğimiz, psişik yetenekleri gelişmiş, auraları geniş, zihin düzeyleri yüksek varlıkların aldığı tebliğler olarak kabul edebiliriz. Nitekim Manu Yasaları eski Mısır’ın Osiris Yasalarının temelini oluşturur. Osiris Yasaları da Torak adı verilen Museviliğin özünü teşkil eder. Musa’ya Sina Dağı’nda taş tabletler üzerinde verilen 10 emir adı altındaki yasalar, 40 maddeden oluşan Osiris Yasalarının bir özetidir. Musa Peygamber de, kardeşi Harun da medyumdu, özellikle Harun Musa’dan daha yetenekli bir medyumdur. Çünkü Harun aynı zamanda aldığı tebliğleri en güzel şekilde ifade edebilecek bir konuşma yeteneğine sahipti. Medyumun derin şuuraltı bilgisinin gücü kadar hitabet sanatını kullanması, kelime dağarcığı ve ifade şekli de çok önemlidir. Bu yüzden Musa Peygambere, “Sen düşüneceksin, bazı şeylere karar vereceksin ama Yahova ile olan konuşmaları ve insanlarla iletişimi Harun yapacaktır” denmiştir.

Medyum Ne Demek?

Gerçek Medyumluk; birinin beşeri bir işinin nasıl olacağı, bir kızla erkeğin evlenip evlenmeyeceği gibi dünyasal endişelerden doğan bazı sorulara cevap vermek yani ümit tacirliği yapmak değildir. Medyumluk doğrudan doğruya ruhsal dünyaya hiçbir menfaat gütmeden kendini feda etmek demektir. Ruhsal dünyaya kendini feda edebilen bir insan otomatikman medyumdur.

Medyumluk illa, herhangi bir tebliği; herhangi bir ifadeyi alıp, kaydedip, bunu insanlara vermek demek de değildir. Ruhsal alemin bizden istemiş olduğu güzel hareketleri yapan her varlık Yukarısı adına medyumluk yapıyor demektir. Çünkü verilen bilgileri fiilen, hareketleriyle insanlara aktarıp, Ruhsal alemin yansıması oluyor, kanallık yapıyor demektir. Örneğin Hz.İsa ve Hz.Muhammed bunun en güzel örneğidir: Aldıkları bilgilerle yaşam şekilleri hep paralellik göstermiştir.

Ünlü İngiliz medyum Ivy Northage, “Medyumluk, kendini ruhsal dünyaya teslim etmektir” diyor. Kendini ruhsal dünyaya teslim eden biri gerçekten medyumlaşabilir ve ruhsal dünya ile fizik dünya arasındaki bağlantıyı en güvenilir şekilde kurabilir. Hiçbir aldatmaca ve yan etki olmadan bu teslimiyeti meydana getirebilecek bir zihniyete sahip olabilmek için kişinin kendisini çok iyi bir şekilde yetiştirmesi gerekir. Ruhen cehalet içinde olan kişinin medyumluğundan bir hayır gelmez ve zaten medyum da olamaz.

Medyumun verdiği bilginin doğruluğuna karar verebilmek; çok iyi, yetişmiş, kültürlü ve bilgili operatörlere düşen bir iştir. Operatörlük de medyumluk gibi büyük bir misyondur. Medyumların almış olduğu bilgileri, ortaya koymuş oldukları tezahürleri sınıflandırması, onları beşeriyet adına bir bilgi çerçevesinde, açık ve seçik bir hale getirmesi de operatörün vazifeleri arasındadır ve çok büyük bir sorumluluk ister. Çünkü operatör hem etrafındaki insanlara, hem de medyum aracılığıyla ruhsal aleme karşı sorumludur. Bütün bilgiler insanlığa gelir, herhangi bir medyuma ya da herhangi bir operatöre gelmez. Bu yüzden bilginin beşeriyete dağıtılması gereklidir.

Rehberlerimiz ve rehber planlarımız her zaman, her düzeyde çeşitli mekanizmaları kullanarak bize uyarılarda, yardımlarda, bilgilerde, ilhamlarda bulunur. Hatta hangi sanat dalı olursa olsun sanatçının aldığı ilhamlar planından ona akseden tesirlerdir. En kanlı katil bile bir ilhama sahiptir. İnsanları nasıl öldüreceğine dair kendisine gayet güzel motifler verilebilir. Filmlere dikkat edelim; senaryoyu yazan senaristler başıboş çalışmaz. Bir ölümün değişik şekillerde nasıl yapılacağına, bir yaşamın ortadan kaldırılması işini insanlara en iyi şekilde aktarabilmek için yazdıklarının altında bile bu şekilde ilhamlar kullanırlar.

Medyumluk bir misyondur. Yani medyumlar bu vazifeyi yapmak için doğmuşlar ve yaşam planlarını buna göre yapmışlardır. Enkarnasyonlarının temel nedeni ruhsal dünya ile fizik dünya arasında bilgi ve görgü aktarımı yapmaktır. Medyum, görünmeyen dünya denilen ahiret alemindeki mevcut olan bedensiz varlıklarla, ruhlarla yeryüzündeki insanlar arasındaki ruhsal iletişimi düzenli bir şekilde, arızasız ve firesiz yerine getirmek için kendi varlığını bu işe uygun görmüş olan insandır.

Bir medyumun yaşamı, yapacağı o vazifeye doğru yönlenmiştir. Ne yaparsa yapsın, neyi isterse istesin eğer gideceği yolun önünü kesecek bir yol ise, istediği o iş kesinlikle gerçekleşmez, önüne engeller çıkar. Bu öyle bir durumdur ki, onu hedefine, yapacağı fonksiyona doğru yönlendirmektedir.

Her uğraşının nimetleri olduğu gibi tehlikeleri de vardır. Medyumun maruz kalacağı en önemli tehlike, geri bir varlığın etkisinde kalıp obsede olmaktır. Medyum, bilgili, deneyimli ve görgülü ise celsede kesinlikle akıl ilkelerinden dışarı çıkmaz ve çıkmamalıdır. Kaliteli bir medyum mistik ya da açıklamasız emir gibi fikirleri zorla kabul ettirmeye ve tehditler kullanarak onları benimsetmeye çalışan varlıkların etkisinden kolayca ve çabuk bir şekilde sıyrılır. Medyum bilgisiz, deneyimsiz ve görgüsü eksikse bu konularda derin bilgisi olan özgür düşünceli ve bu işten anlayan kişilerle çalışmalar yapmalıdır. Şimdi bu konunun önemi ile ilgili, ruhsal alem tarafından verilmiş bir tebliğe birlikte göz atalım…

“ Size birçok kimseler bu uğurda müracaat etmişlerdir ve edeceklerdir. Bunlarla tecrübe yapmadan evvel kendilerine şu tavsiyeleri yapınız.

1- Her an akıllarını kullanarak hareket etmeye çalışsınlar. Bunun için de akıl prensipleriyle halledilecek meseleler ile çalışma egzersizleri yapsınlar. Mesela satranç oynasınlar, geometri meseleleri ile uğraşsınlar. Bilhassa mantık meseleleri ve felsefi tartışmalar, matematik tavsiye edilir.

2- Kendilerini gayriahlaki ve geri tertipteki eğlence ve meşguliyetlerden uzak tutsunlar. Toplum meseleleri ile meşgul olsunlar ve toplumsal dertler ile alakadar olarak bunları halletmenin çareleri hususunda ciddiyetle düşünsünler.

3- Sıkıntılı ve yorucu işlerden kaçınmasınlar. Kendilerini çok düşünmeden yoran ileri tertipteki meseleleri arayıp bulsunlar ve halletmeye uğraşsınlar.

4- Daima heyecanlarını ve hislerini galeyana getirecek ileri tertipteki hareketlere, sanat hareketleri gibi, resim, müzik ve şiir gibi, iştirak etmekten geri durmasınlar. Bilhassa müzikle, tabii ileri müzikle yani klasik Türk ve batı musikisi ile meşgul olsunlar. Bu onların hassasiyetini artırır ve dolayısıyla medyumluk kabiliyetleri artar. Nihayet cesur olmayı öğrensinler. Medyumların cesur olmaları, yani heyecanlarına kapılmamaları ve kendilerini kaybetmemeleri, obsede olmaya karşı koruyucu bir silah olarak lazımdır. Biliyorsunuz ki korku, müdafaa için şiddetle duyulmuş olan heyecanlara kapılmak ve onların kontrolünü elinden kaçırmak, fonksiyonlarının varlıklarına zarar verecek bir hale gelmesi demektir. Nihayet en sonunda da şu var: Bütün hayatlarınca medyumlar daima tesir altındadırlar. Celsede onları siz müdahelenizle koruyabilirsiniz, dışarıda da kendi kendilerini korumaya mecburdurlar. Medyumluk hakkında dışarıda bu işlerle uğraşan kimselerle bu işle ilgili hiçbir şey konuşmasınlar ve bu gibi faaliyetlere de iştirak etmesinler. Bu bilgisiz olarak dinamitle oynamak kabilinden çok tehlikeli bir meşguliyettir.”

Medyumluk, kapsamı geniş ve evrensel bir misyon ve vazifedir. Vazife fikrine, vazifeli olmaya, vazifesini bilmeye ve vazifesini yapmaya dayanır. Otomatik vazife olmaz. Gerçek medyumluk liyakatini kazanarak; uygulama sahasına atılabilmek için, belki de yaşamının yarısından fazlasını sarf ederek, uzun zaman süren bir hazırlık devresini geçirmiş olmak gerekir.

Medyumluk; bilginin ancak sadakat, sabır ve çaba ile kazanılacağını bilmek ve bu uğurda her beşeri koşullandırmaya ve dünyasal iğvaya inançla karşı koymaktır. Medyumların yaşam koşulları öteki insanlara nazaran daha hareketli geçer ve herkesin kolay dayanamayacağı ağır epröv ve sınavlarla doludur. Ailesini yitirir, sefalet çeker, başarısızlıklarla karşılaşır, sıradan bir insanı isyana sürükleyecek bir sürü sıkıntı ve güçlüklerle karşılaşır. Çünkü bir misyon ve vazife sahibidir. Her an sınanır ve olaylarla karşılaşır. Medyum vazifesinin başarılı olması ve yapacağı çabanın sürekliliğini sağlamak için sürekli samimi dualarda bulunmalıdır çünkü her dua bir istektir.

Vazifeye giderken, içine düşülecek teşevvüşten sıyrılmak için yine dua etmelidir çünkü medyumluğun ileri safhalarına geçildikçe, yani işler kolaylaştıkça toplumla olan ilişkilerinde birtakım değişiklikler olabilir. Beşeriyetin koymuş olduğu değer yargıları onu pek ilgilendirmemeye başlar, bu da uyumsuzluğu beraberinde getirir ve şaşkınlıklar oluşabilir bu durumun kolay bir şekilde atlatılabilmesi için yine istek dualarında bulunmak gerekir çünkü içsel çabanın en güzel formüle edilmiş şekli dualardır.

Ayrıca, nefsaniyetin her türlüsü ile mücadele halinde olması gereken medyum ne şımarmaya ne de şımartılmaya asla göz yummamalıdır. Bencillik, egoizm, gurur ve kibir liyakati ortadan kaldırır ve sonucunda medyumluk vazifesinden alınmak ya da terk etmek gibi sonuçlarla karşılaşabilir. Bu işte gurur ya da kibir olmamalıdır çünkü medyumun medyumluğu bedensel beninin elinde olan bir şey değildir. Bu göreve ve hizmete yüksek ben olarak asıl kendisi talip olmuştur. Medyumluk, doğrudan doğruya ruhsal planların o kişiyi bu konuda liyakatli görüp, vazifelendirmeleri ve onu belli üstün bir etki ile korumaları şeklinde olur. Bir medyumun üzerinden o etki kaldırıldığı zaman sıradan bir insan haline düşer. Medyum sadece bir aracıdır bunu unutmamak gerekir.

Medyumluk Çeşitleri

Ruhsal Şifa Medyumları

Şifacılık yeteneği az çok herkeste vardır. Sağlıklı olduğumuz sürece şifa verici enerjimiz var demektir. Bu enerji doğuştan olduğu gibi çalışmalarla da geliştirilebilir. Ruhsal şifacılık uygulamasında birinci adım konsantrasyon ve derin gevşemedir. Şifacı medyum ustalığına göre belirli bir süre içinde bu işin gerektirdiği değiştirilmiş şuur haline girer. Dua eder, yardım ister, konsantrasyon ve derin gevşeme halini bozmadan sağ elini, bazen de sol elini hastanın alnına, öteki elini de hastanın ensesine koyarak, kendi şifa enerjisini ya da bedensiz rehberinden gelen şifa enerjisini hastaya aktardığını düşünür ve bunu bu şekilde hisseder. Hastaya zaman zaman sakinleştirici telkinde de bulunabilir.

Burada zihinsel bir telkin söz konusudur. Hastalığın tedavi edilmesi, rahatsızlığın geçmesi için gerekli olan telkinler medyum tarafından sessiz olarak düşünülür. Medyum şifa verme süresini kendisi saptar. Her ne olursa olsun, her şifacı medyum aynı zamanda bir rehber varlığa kendini teslim etmiş olmalıdır. Bu teslimiyet olmadan medyumluk olmaz, rehberi medyuma şifa verme işleminin bitiş zamanını haber verebilir.

Bazı şifacı medyumlar hastadaki rahatsızlığı aynen kendilerinde hissetmeye başlayabilirler. Bu da şifacı medyumluğun bir türüdür. Her şifa medyumunda görünmemekle birlikte, bazı medyumlar rahatsızlığı sanki olduğu gibi hastadan emer, alır ya da kendine doğal olarak geçer. Bu şifa yöntemini kadim Şaman şifacılarda da görüyoruz. Şifacı medyum ustalaştıkça durugörü izlenimleri de almaya başlar. Rahatsızlıkların şifacı medyum üzerinde sürekli bir şekilde kalma riski vardır. Bu yüzden şifacı medyumun maneviyatını çok yüksek tutması gerekir. İradesi zayıf olan kişinin bu tarzda şifacılık yapması doğru değildir.

Fiziksel medyumluk

Fiziksel medyumlukta temel itibarıyla darbeler, eşyanın uzağa nakledilmesi, materyalizayon, duvarların ya da masaların içinde çıtırtılar, medyumsal birtakım ışıklar, apor, doğrudan ses, doğrudan yazı, ruhsal fotoğraflar söz konusudur. Bunlar bazen çok seyyal bazen gitgide yoğunlaşarak ektoplazma adını alan bir seyyalenin dışarı çıkması sayesinde meydana gelen olaylardır. Kökeninde ektoplazma denilen ve insan bedeninin içinde olan seyyal bir madde yatmaktadır.

Ektoplazmanın kimyasal ve fiziksel tahlili yapıldığı gibi, meydana getirmiş olduğu biçimler alçı ve mumdan yapılmış olan kalıplar halinde saptanmıştır. Bu konuda en büyük çalışmaları yapanlardan bir tanesi Fransız hekim Dr.Gustave Geley’dir. Ektoplazmanın buharımsı ya da yoğunlaşmış tipte olanları vardır. Buharımsı olanı, görünmeyen fakat bir odanın her yanına yayılacak şekilde hareket etme becerisi taşımaktadır. Bu madde medyumun kendi bedeninden çıkar.

Tiptoloji medyumları

Bazı varlıklar ancak darbe yapmak suretiyle tıkırtılar çıkarabilecek yetenektedir. Genellikle tekinsiz evlerde görülen bu olaylar gerçekte darbeci ruhsal varlıklar tarafından meydana getirilen olaylardır. Bir de görüşmek üzere tiptolojiyi seçenler vardır. Aynen eski telgraf aleti gibi; örneğin bir tık “evet”, iki tık “hayır” şeklinde meydana getirilir.

Darbeci medyum, vuruşlar aracılığıyla bedensiz varlıklarla bağlantı kurmaya yardımcı olan kimselerdir. Darbeler iki tarzda elde edilir. İlki terazi hareketi tiptolojisidir. Masanın ayakları önce kalkar, sonra yere vurur, masanın hafifçe kalkması ve tık tık diye vurması ile sürüp gider. Medyum elini masanın kenarına koyup varlıkla bağlantı kurmak için kuvvetli bir konsantrasyon oluşturur.

İkinci metotta ise; her zaman mümkün olan hatalardan sakınmak için varlıkların her harfe karşılık olan darbeler aracılığıyla cümleler yazdırması istenir. Örneğin A harfi için 1 darbe, B harfi için 2 darbe, C harfi için 3 darbe gibi… Varlığın verdiği cevaplar biraraya getirilerek cümle elde edilir ve tam bir konuşma sağlanır.

Üçüncü metot içsel tiptolojidir. Çivisiz bir masanın tahtaları arasından tok darbe sesleri duyulur. En çok 4 ya da 5 kişi tahta masa çevresine oturur, herkes ellerini, genellikle parmaklarını açarak masanın üzerine koyar. Yarı aydınlık ve sessizlik sırasında celsede bulunanlar günlük düşüncelerden arınıp, konsantre olup, beklemeye başlarlar. İlk hareket masanın titremesi, çatırdaması ve nihayet sağa sola sallanması ile meydana gelir. Bu sırada sorular sorulur ve masanın ayağını yere vurarak tek darbeli veya alfabetik tarzda cevap vermesi istenir.

Bedenlenme medyumluğu

Bedensiz bir varlığın, kendi bedeni üzerindeki egemenliği kendi seçme özgürlüğü ile tamamen kabul eden medyum bedenlenme medyumudur. Bedensiz varlığa bedenini ya da bedeninin bir bölümünü kendi rızasıyla celse boyunca emaneten teslim eder ve bedensiz varlık sanki bedenlenmiş gibi sadece o organı kullanır. Medyumun ruhu bedeni terk etmiş değildir. Ruhtan ruha endüksiyon yoluyla uzaktan tesir aktarılması yoluyla bilgiler ya da hareketler aktarılmaktadır. Tabii ki beden aldığı bu emirleri doğrudan doğruya kendi organizatöründen yani bedenin asıl sahibi olan medyumdan alır. Bu durum Lucid Rüya ile karıştırılmamalıdır, bu ayrım nasıl yapılır merak edenler Lucid Rüya Nedir? yazımı okuyabilirler.

Bedensel medyumlukta medyumun vücuduyla ilgili birtakım fiziksel belirtiler görebiliriz. Eklem yerlerinden gelen çıtırtılar, ellerin ya da parmakların mekanik hareketleri, el ve kol kaslarında otomatik seyirmeler, sertleşmeler gözle görülen fiziksel değişimlerdir. Medyum iyice transa girene kadar bu belirtiler görülebilir. Bedenlenme medyumluğunda yüz değişimi de (transfigürasyon) söz konusu olabilir. Bedensiz varlık, kendi sesini, şivesini ya da imajını olduğu gibi medyuma aktarır. Örneğin; hiçbir zaman Karadeniz’e gitmemiş ve Karadeniz’le hiçbir bağı olmayan bir medyum birden Karadeniz şivesiyle konuşabilir. Medyum kadınsa erkek sesi gibi kalın bir sesle, hatta kendisinin de tamamen yabancısı olduğu bir dille hitap edebilir.

Bedenlenme medyumluğunda sanki kısa bir süre, celse boyunca bir reenkarnasyon olayı yaşanmaktadır. Medyum tamamen aradan çekilir, düşünceleri, fikirleri, ifadeleri ile medyumla ilgisi olmayan bir varlık ortaya çıkar. O varlık medyuma tekrar enkarne olmuş gibidir.

Yazıcı medyumluk

Bu medyumluk türü, elinize aldığınız bir kalemle tebliğ almaktan ibarettir. Bedenlenme medyumlarının, özellikle psikografi yani kalemle tebliğ alan trans yapıları oldukça değişiktir. Bazı medyumlar tam bir kataleptik duruma girebilirler. Yani vücudu olduğu gibi sabitleşir ve sadece kolu sert bir mekanik kol gibi çalışmaya başlar. Normal haldeyken kesinlikle yazamayacağı bir hızla yazar. Bazıları hiçbir şey hatırlamaz ve gözleri kapalıdır. Başını tutamayacak bir transta bile olsa kol kendiliğinden sürekli yazmayı sürdürür. İlginç medyumik bir vak’ada, medyum sağ eliyle yemek yerken, sol eliyle sürekli yazı yazarmış. Üstelik bu yazıların her paragrafının karakteri de değişikmiş, yani tek karakterli değil. İnsan yazısının karakteri parmak izi gibidir, taklit edilemez ve değişmez. Medyum bu haldeyken, ressam olmasa hatta resim kabiliyeti bile olmasa kusursuz krokiler çizebilir.

Yazı yoluyla medyumluk iki türdür: Araçlı ve araçsız yazı. Araçsız yazı kaleme hiçbir alet ve insan eli dokunmadan elde edilen ruhsal bir yazıdır. Medyumun eli ile kalem arasında iki, üç santimlik bir mesafe vardır. Kurşun kalem yerden hafifçe doğrularak kağıdın üzerinde boşlukta yazı yazmaya başlar. Araçlı yazı medyumluğu ise medyumun kalemi elinde tutarak yazıların yazdırıldığı bir iletişim şeklidir.

Konuşucu medyumluk

Konuşucu medyumlar bir bedensiz varlığın etkisi altında konuşan kimselerdir. Konsantrasyona daldıktan sonra düşünceyi boşaltmak, mutlak olarak pasif kalmak gerekir. Yavaş yavaş ruhun etkisi hissedilir ve ruh ses organları üzerine tesir eder. Konuşucu medyumluk genellikle yazıcı medyumluktan sonra görülür. Yazıcılıktan konuşuculuğa geçilen evrede medyum birtakım vizyonlar, çeşitli renkler, renk akışları, sembolik ifadeler tarzında bitkiler, çiçekler, yapılar, bazı varlık imajları ve yüzleri görmek suretiyle bir vizyon devresi geçirir.

Medyum aldığı etkiyi imajlar halinde tercüme etmeye başlar. En yalın imaj kelimeler ve harflerdir. Önce şekillere ve renklere başvurulur sonra bu etkiler giderek kavramlara ve anlamlara geçmeye başlar. Bu duruma fikrin kelimelere enkarne olması ve medyumun ağzından ses olarak çıkması da denebilir. Konuşucu medyum, kelime hazinesi çok yüksek ve çok kültürlü olmalıdır. Sufi aleminde en önemli konuşucu medyum Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir.

Konuşucu medyumların bir de konsantrasyon yolu vardır. Bedenini belli bir gevşekliğe, zihnini belli bir ritme ulaştırdıktan sonra, o ritmde zihnini sabit tuttuğu zaman imajlarla beraber birtakım düşüncelerde akmaya başlar. Medyum bunları hiç bekletmeden hızlı bir şekilde cümlenin sonu nasıl olacak, nokta virgül nereye konacak, sesimin tonu nasıl olmalı gibi hiçbir beşeri endişeye kapılmadan, gelen tüm fikirleri aktarmak yani seslendirmek zorundadır.

Durugörü medyumluğu

Durugörü medyumluğu ruhsal yeteneklerin kullanılması ile ilgili bir görücülük yani ruhsal görücülüktür. Ruh-beden ilişkisinin gevşemesi sırasında beş duyumuzun sınırları ötesinde de algılama yapabiliriz. Bu algılamalar, içe doğan sezgiler tarzında ya da rüya da olabilir. Gözümüz açıkken çevredeki eşyaların arasında ya da ötesinde başka imajlar görmemiz ya da bunu sezgiler şeklinde algılamamız olasıdır.

Ruh ve beden ilişkisinin asıl bağlantı işlemi perispiri dediğimiz özel manyetik ve psişik alana sahip bir enerji planı aracılığıyla meydana gelmektedir. Dolayısıyla durugörü ya da görücülükte perispirital bir dışarılaşma söz konusudur. Yani medyum gördüklerini gözleri ile görmez, optik bir algılama söz konusu değildir. Retinasına düşen en ufak bir uyaran yoktur. Doğrudan doğruya perispirital bir taşma ile her şey daha açık ve berrak bir şekilde psişik olarak görülmektedir. Durugörü medyumu öncelikle mutlaka alfa ritmine yakın bir zihin düzeyi içerisinde kalmayı becerebilmelidir.

Duruişiti Medyumluğu

Durugörüyle beraber, duruişiti de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bedensiz varlıklarla olan ilişkilerde, o varlıkların söyledikleri sözleri işitmek de olasıdır. Duruişiti medyumluğu şimdi ve gelecek içinde bulunan olaylarla ilgili sözlerin işitilmesi, daha doğrusu kulaklar tarafından değil de beynin içinde bunun yankılanması şeklinde olur.

Medyumlar sakin, dürüst ve araştırıcı bir yaşam yaşamalıdırlar. Aldığı bilgiyi daima incelemelidir. Vicdanen ve bedenen dürüst olmalıdır. Uyum sağlama kabiliyeti fazla olmalıdır.

Kaynak: Tüm Yönleriyle Medyumluk – Ergün Arıkdal

Şamanizm

Şamanizm

Şamanizm; ilkel kavimlerde görülen, ruhlarla insanlar arasında aracılık yaptığı ve hastaları iyileştirme gücüne sahip olduğu kabul edilen Şamanlar çevresinde yoğunlaşan bir inanç sistemidir. Ata ruhlarına ve doğa varlıklarına tapınmaya dayanan eski bir Asya dinidir.

Şamanizm Ne Demek?

13.yüzyılda Avrupalı gezginlerin Mançu-Tunguz halklarından duydukları Şaman kelimesi daha sonra Sibirya sihirbazlarına verilen bir isim olarak yaygınlaşmıştır. Şamanizm ise genellikle Sibirya kavimlerinin din inançlarını ve bu inançlara bağlı olarak dini merasimlerini ifade eden bir terim olup, Kuzey Asya halkları arasında yaygın olan Şaman kelimesi etrafında kurulan, çoğunlukla dini karaktere sahip inançları ve bir takım faaliyetleri ifade için kullanılır. Çok geniş bir alana yayılan Şamanlık, Türk Moğol eski kültür tarihinde önemli yer tutar.

Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre eski Orta Asya Şamanizmi’nin temelleri Gök Tanrı, Güneş, yer, su, atalar ve ocak yani ateş kültleriydi. Bu bağlamda Asya halklarının inandığı Şamanlığın temelinde insan ve doğanın birlik ve beraberliği ve de uyumu düşüncesi yer alır. Evren, dünya, insan, hayvan ve bitkiler alemi bir bütün olarak düşünülür. Dünya ve Gök, yaratma eylemini birlikte iş birliği halinde gerçekleştirmektedir. Bunlar bütün varlıkların yaratıcısı olmalarından ötürü kutsaldır. İşte bu yüzden Asya’nın göçebe halklarında Gökle Yer Su’yu sayma ve bunlara saygı gösterme, bu göçebe halkların inanışlarının özünü oluşturuyordu. Dağın eteğinde ya da zirvesinde, nehrin ya da gölün kıyısında, yolun ya da atın bağlandığı direğin yanında bir göçebenin kutsamayla eylemleri, tüm yaşamın ortak bir bilinci paylaştığı doğaya dönüktür. Şamanlıktaki bir diğer inanışta, insan neslinin sonsuz bir şekilde devamlılığı düşüncesidir. Şamanist olan birisi kendini baba, dede ve atalarına ait olan bir hayatın devamı olarak görür, bunları bilir ve sayar yani Atalar kültü hakimdir. Bununla birlikte söz konusu insan aynı zamanda kendi geleceğini de sonraki nesillerde görmektedir ki bu durum varoluşun ana anlamıdır. Bundan dolayı bu insanın görevi çocuk ve torunlarına toplumun en iyi yanlarını aşılayarak yetiştirmek ve hayata hazırlamaktır.

Şamanizm Dini

Şamanizm en eski inanç sistemidir. Türklerin, Moğolların ve Asya göçebelerinin eski dinidir. İnançlarına göre bir yanda gökyüzünü mesken tutmuş iyilik tanrıları, bir yanda yer altının karanlığına gömülmüş kötülük tanrılarının ve ağaçta, taşta, dağda, suda, ateşte, ayda, güneşte uyuyan ruhların varlığına inanırlar. Bu Tanrı ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan kişilerdir Şamanlar. Eski Türklerde iyi ruh “Bay Ülgen”, kötü ruh “Erlik” diye adlandırılmıştır. “Bay Ülgen” aynı zamanda iyi ruhların başında bulunan ve onlara emir veren bir tanrıdır.

Tanrı ve en büyük semavi ruh, semanın en üst tabakasında bulunan insan şeklinde bir varlık olarak tasavvur edilmiştir. Gökte yaşadığına inanılan bu en büyük ruh; insanları, ovaları, ateşi, yeri, güneşi, ayı, yıldızları yaratmış, kainatın nizamını başlatmıştır. Yine Şamanist kavimlere göre, gökte ve yerde meydana gelen çeşitli tabiat olayları, birtakım ruh ve tanrıların eseri idi. Hastalık gibi ölüm de onlara göre, kötü ruhların bir eseri sayılıyordu.

Ağaçlara, taşlara, su kaynaklarının etrafına bez bağlamak Şamanizm’de önemli bir ritüeldir. Gökteki Tanrılara beyaz, yer-su ruhlarına kırmızı, yer altı Tanrılarına ve ruhlarına ise siyah bez parçaları kullanılıyordu. Bu yolla, Tanrılara dilek ve isteklerini ilettiklerine inanıyorlardı.

Moğolistan’ın dört bir yanında yol kenarlarında bulunan taş yığınları kutsal sayılır. Bu taş yığınlarına Ovo denir. Bu yığına taş, votka şişesi, para ve kumaş gibi şeyler bırakmanın şans getireceğine inanılır. Ovonun etrafında dönüp dua etmek aynı zamanda güvenli bir yolculuğun da garantisidir.

Şamanizm, hastayı olduğu kadar Şaman-şifacıyı da içeren büyük bir zihinsel ve duygusal maceradır. Şaman, destansı yolculuğu ve çabaları aracılığıyla hastasının normal, sıradan, içinde kendini hasta olarak tanımladığı gerçekliği aşmasına yardımcı olur. Şaman, hastalarına, hastalıklara ya da ölüme karşı giriştikleri savaşta duygusal ve ruhsal olarak yalnız olmadıklarını gösterir. Şaman, derin bir düzeyde kendi özel güçlerini hastasıyla paylaşır ve onu, başka bir insanın ona yardımcı olmak için kendisini feda etmeye hazır olduğuna ikna eder.

Uygarlaşmış dünyada yaşayan bizlerin “büyücü doktor” olarak adlandırdığımız Şamanlar, kendilerinin ve topluluklarının üyelerinin sağlığı ve esenliği için geliştirdikleri ve kuşaktan kuşağa devamını sağladıkları son derece olağanüstü kadim tekniklerin koruyucularıdır.

Şamanizm Sembolleri

Arkeolojik ve etnolojik kanıtlar Şamanik yöntemlerin en azından yirmi ya da otuz bin yaşında olduğunu bildirmektedir. Şamanik varsayımlar ve yöntemlerle ilgili dikkate değer şeylerden birisi, bunların Avustralya yerlileri yani Aborjinler, Kuzey ve Güney Amerika, Sibirya ve Orta Asya, doğu ve kuzey Avrupa ve güney Afrika’da dahil olmak üzere dünyanın birbirinden ayrı ve uzak bölümlerinde olmasına rağmen çok benzer olmasıdır. Ortaçağ ve Rönesans batı Avrupa’sında aynı temel Şamanik bilgi Engizisyon tarafından yok edilmiştir.

Ruhlarla ilişki kurmak yalnızca Şamanlarda bulunurdu. Böylece Şamanlar törenlerde insanlarla ruhlar arasında aracılık yaparlardı. İyi ruhların yararlı etkilerini sürdürürler ve kötü ruhların zararlı etkilerini önlemeye çalışırlardı. İnsan ruhunun ölümden sonra göğe çıkabilmesi için parlak cenaze törenleri yapılır, kurban kesilir ve mezarlara kıymetli eşyalar konurdu. Tören sırasında çalınan davulun içine ruhların toplandığına inanılırdı.

Şamanist Türk ve Moğol boylarında “Oba Kültü” denilen bir kült çok yaygındır. Oba, steplerde toprak, dağ geçitlerinde taş yığınlarından meydana getirilen yapay tepeler yani höyüklerdir. Bu obalar steplerde mukaddes dağ ve tepe yerini tutar. Şaman, filan oymağın koruyucu ruhunun filan yerde bulunduğunu söyler; boy veya oymak oraya bir höyük yapardı. Bu oba, o boyun tapınağı olurdu. Burada kurbanlar kesilir, dini törenler yapılırdı. Obanın yanından geçen her yolcu atının kılından veya elindeki paçavralardan bir parçayı adak olarak ağaçlara ya da taşlara bağlardı. Bu uygulamaya Müslüman Türkler’de de rastlanmaktadır.

Tarih ve din bilimi açısından, Şamanizmin doğuşu ve kaynağı gibi, “Şaman” sözcüğünün de nereden geldiği, nasıl bir anlam taşıdığı kesin olarak belirlenememiştir. Bu konuda üç farklı görüş öne sürülmektedir :

1 – Şaman kavramı, Hindistan’daki Pali dilinde “ruhlardan esinlenen kişi” anlamına gelen “samana” sözcüğünden türemiştir.

2 – Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçe’de “budacı rahip” anlamına gelen samana sözcüğüdür.

3 – Şaman kavramı, Mançu dilinde “oynayan, zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden” anlamındaki “saman” kavramından gelir.

Şaman, Gök Tanrı tarafından bu göreve getirildiğine yani gizli güçlerle donatıldığına, Tanrı ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı tanrısal nitelikler, gizli bilgiler taşıdığına inanır. Şaman, büyücü ve sihirbaz anlamlarına gelir. Şaman kelimesinin kaynağı konusunda farklı görüşler vardır. Kelimenin aslen Mançuca ya da Moğolca olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, Sanskritçe’den geldiğini de kabul edenler vardır. Türk kavimleri Şamanlara genellikle Kam demektedirler. Kalmuklar erkek Şamanlara Bö yada Böge, Kırgız-Kazaklar ise Baksi yada Bakşı derler.

Uygurca’da “Şaman”, “hastalıkları gideren, acıları dindiren, çılgınlıkları, saraları yatıştıran, hastalara ilaç yapan kimse” anlamında, “otacı” diye anılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Kırgızlarda Şamanın adı Gan’dır. Altaylılar Şamana Kam, Kamların yönettikleri törene de Kamlama demişlerdir. Moğolca’da Şamanın karşılığı ise Böge’dir.

Şaman anlamı bakımından büyücü rahip demektir. Bu bakımdan Şamanizmin bir din olmadığı ileri sürülmüştür. Çünkü Şamanizmde, en geniş çerçevesiyle bir dinde bulunması gereken bir din kurucusu, kutsal kitap veya kitapları, inanç esasları, ibadetleri ve cemaat gibi net özellikleri yoktur. Onun için Şamanizm, bir çeşit sihirbazlık ve büyücülük şeklinde, yaygın bir tarzda ortaya çıkan ve pek çok yerde görülen sihri bir olay
olarak görülmek de istenmiştir.

Şamanların belirlenmesinin başlıca iki yolu vardır: Şaman mesleğinin veraset yoluyla intikali ve içte kendiliğinden duyulan “tanrısal çağrı yoluyla” seçilme. Seçilme şekli ne olursa olsun her Şaman ikili bir eğitimden geçtikten sonra Şaman olur. Ekstatik eğitim yani rüyalar ya da trans ve geleneksel eğitim yani Şaman teknikleri, ruhların isim ve fonksiyonları, kabilenin mitolojisi gibi. Ruhların ve yaşlı Şaman ustalarının üstlendiği bu ikili eğitim bir inisiyasyondur. Şamanı sıradan bir insan olmaktan çıkaran, toplumun itibar ettiği bir kişi haline getiren bu inisiyasyon eğitimdir.

Ancak Şamanizmde Şaman genellikle babadan oğula geçmek suretiyle din adamı olur. Şaman, mesleği ile ilgili bilgileri, yaşlı Şamandan ders almak suretiyle elde eder. Genellikle gelecekten haber vermek, büyü ve efsun yapmak, ruhlara kurban sunmak, ruhlarla temasa geçerek çözümü mümkün fakat zor olan işleri yapmak Şamanların başlıca görevleridir. Ölünün ruhunu öbür dünyaya göndermek, av avlamakta şanssızlığı ortadan kaldırmak ve ağır hastalıkları tedavi etmek de görevleri arasındadır. Şamanda ırsi ve marazi bazı özelliklerin bulunduğu iddia edildiği gibi, aksine olarak, ruhlar tarafından Şamanlığa davet edildiğine inanılan bu kimseye Sibirya kavimleri arasında korku ile karışık bir saygı gösterildiği de bilinir. Özel kabiliyetleri sayesinde doğaüstü kuvvetlerle temas kurduğu kabul edildiğinden ona, mensup olduğu boy veya oymağın koruyucusu gözüyle de bakılır. Nitekim, ilk Şamanın ortaya çıkışına dair efsanelerde, ruhlarla münasebette bulunduğuna inanılan Şamanın, üstün kabiliyetleri ve farklı bir yaratılışı bulunduğu kabul edilir. Şamanlar genellikle zeki ve şair tabiatlı kimselerdir. Ayin sırasında yoğun bir vecd içinde kendinden geçip gök ve yer altı dünyalarında gördüğü garip varlıkları, acayip hadiseleri detaylarıyla anlatırlar, ayılınca da bir şey hatırlamazlar. Bir Şamanın gökteki iyi ruhlarla yer altındaki kötü ruhlara hakim olduğu ve onlarla ilişki kurduğuna inanılan toplumlar görüldüğü gibi, bu iki işin, ak ve kara denen iki ayrı Şaman tarafından üstlenildiği toplumlar da görülür.

Şaman olmak için eğer tanrısal çağrı yolu yoksa belli başlı bir Şamanın neslinden olmak gerekir. Geçmiş ataların ruhundan biri Şaman olacak torununa musallat olur, onu Şaman olmaya zorlar. Bu duruma Altaylılar “töz basıp yat” yani ruh basması derler. Şamanlar Ata ruhu musallat olan kişi Şamanlığı kabul etmezse delireceği gibi bir inanışa sahiptirler.

Şaman Nedir?

Şaman herşeyden önce, kendi özel yöntemiyle ulaştığı kendinden geçme yani vecd durumunda, ruhunun göklere yükselmek, yer altına inmek ve oralarda dolaşmak için bedeninden ayrıldığını hisseden bir aşkınlık yani trans ustasıdır. Bütün Şamanların derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer, bütün gökleri, yer altı dünyasını gezdiğine, ruhların yaşayışlarını gördüğüne, bütün gizli alemleri dolaştığına inanır. Şaman vecd sırasında, ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları yani cinler ve periler ve şeytanlarla ilişki kurar. Böylece ruhlar ve tanrılar dünyasıyla doğrudan ve somut ilişkilere girişen Şaman, birçok ruha sahip olur. Çoğunlukla hayvan biçiminde düşünülen söz konusu ruhlar, Sibirya halklarında ve Altaylarda ayı, kurt, geyik, tavşan, çeşitli kuşlar özellikle kartal, baykuş, karga suretinde görünebilirler. Ayrıca, büyük böcek, ağaç, toprak, ateş olarak ortaya çıkabilirler. Şaman, gerektiğinde bütün yardımcı ruhları dünyanın dört bucağında bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar.

Şamanların asıl görevleri halk arasında oluşa gelen ak ve karanın yani iyi ve kötü ruhların dengesini sağlamaktı. Bunu da çeşitli büyüler yaparak sağlarlardı. Bu kendinden geçme yani vecd durumları o kadar aşırı bir hale gelir ve izleyenleri o kadar korkuturdu ki, o an Şamanın ölüp yeniden dirildiğine inanılırdı. Şamanlar o ayin sırasında bedenlerinin parça parça edilerek yendiğini iddia ederler ve buna çok inandıklari için de bu duruma “Şaman hastalığı” ya da “mistik parçalanma” derler.

Bir Şaman bilgi ve güç edinmek ve başka insanlara yardım etmek için normalde gizli olan bir gerçeklikle temasa geçmek ve onu kullanmak için kendi iradesiyle bir değiştirilmiş bilinç durumuna giren adam ya da kadındır. Şamanın emrinde en az bir ve çoğunlukla daha fazla ruhu vardır.

Koruyucu bir ruh olmaksızın bir Şaman olmak hemen hemen olanaksızdır çünkü Şaman varlık ve edimleri normalde insanlardan gizli olan olağandışı ya da ruhsal güçlerle başa çıkabilmek ve onlara hakim olabilmek için bu güçlü, temel güç kaynağına sahip olmalıdır. Koruyucu ruh çoğunlukla bir güç hayvanıdır, yalnızca Şamanı korumak ve ona hizmet etmekle kalmayıp aynı zamanda onun için bir başka benlik ya da başka bir ben olan ruhsal bir varlıktır. Bir kişinin bir koruyucu ruha sahip olması onu tek başına bir Şaman yapmaz. Bir yetişkin bunu bilse de, mutlaka çocukluğunda bir koruyucu ruhun yardımını görmüştür, aksi halde yetişkinliğe erişmek için gerekli koruyucu gücü olmayacaktır. Koruyucu ruhları açısından sıradan bir insan ile bir Şaman arasındaki ana fark, Şamanın kendi koruyucu ruhunu değiştirilmiş bilinç durumundayken aktif olarak kullanmasıdır. Şaman koruyucu ruhunu sık sık görür ve ona danışır, Şamanik yolculuklarda onunla birlikte gezer, onun kendine yardım etmesini sağlar ve onu başkalarının hastalık ya da sakatlıklarının iyileştirmesinde kullanır. Koruyucu ruhtan başka, güçlü bir Şamanın belirli sayıda yardımcı ruhları vardır. Bunlar koruyucu ruhla karşılaştırıldığında bireysel olarak, daha küçük güçlerdir, fakat bir Şamanın elinde bunlardan yüzlercesi bulunabilir ve büyük bir toplam güç sağlayabilir. Bu yardımcı ruhların belirli amaçlar için özel işlevleri vardır. Bir Şamanın bunların geniş bir kitlesini toplaması çoğunlukla yıllar alır.

Şamanlar koruyucu ya da himaye edici ruhun kişiyi hastalıklara karşı dirençli kıldığını düşünmüşlerdir. Bunun nedeni basittir ruh dış güçlerin istilasına dirençli olan güçlü bir beden sağlar. Şamanik bakış açısından güçle dolmuş bir bedende olağan gerçeklikte hastalık olarak bilinen istila edici, zararlı enerjilerin kolayca gireceği bir yer yoktur. Bir koruyucu ruh yalnızca kişinin fiziksel enerjisini ve bulaşıcı hastalıklara karşı direncini artırmakla kalmaz aynı zamanda kişinin zihinsel uyanıklığını ve kendine güvenini de arttırır. Bu güç kişinin yalan söylemesini bile zorlaştırır. Bir kimse depresyona girdiğinde, zayıf ya da hastalığa eğilimli olduğunda bu onun artık istenmeyen güç enfeksiyonlarına ya da istilalarına direnemediğinin ya da onları uzakta tutamadığının belirtisidir. Biz bunlara negatif enerjiler diyoruz.

Şamanik yetenek ya da potansiyel açısından cinsler arasında herhangi belirgin bir farklılık görülmemektedir. Birçok kavimlerde, Şamanizm uygulamasıyla pek az bağlantısı olan ekonomik ve toplumsal nedenlerle, Şamanların çoğu erkektir ama kadınlar çocuklarını yetiştirip orta yaşa ulaştıktan sonra isterlerse Şaman olabilirler, hem de çok güçlü Şamanlar olurlar. Orta Çağ ve Rönesans Avrupa’sında, dul ve yaşlı kadınlar benzeri biçimde, kısmen kendilerini desteklemek için, sık sık şifacı Şamanlar olmuştur. Tabii ki, Engizisyon onları, batılı olmayan toplumlardaki Hıristiyan misyonerlerinin hala çoğunlukla Şamanlara “cadı” demeleri gibi onlara da “cadılar” demişlerdir.

Bir Şaman aynı zamanda, şu anda başka bir yerde ne olup bittiğini görerek durugörüye de yani klervoyansa da ulaşabilir. Tarot Eğitiminde zaman zaman öğrencilerime Şaman Meditasyonları ve uygulamaları yaptırıyorum.

Şaman gerçeklikler arasında gidip gelir, mistik yeteneklerle ilgili bilinç durumlarının büyülü bir atletidir. Şaman, olağan gerçeklikle olağan dışı gerçeklikler arasındaki bir aracıdır. Şaman aynı zamanda ruhsal gücünü insanlara yardım etmek, onları sağlıklı bir dengeye kavuşturmak için idare eden bir çeşit “güç simsarı”dır.

Özünde Şamanlığa kabul deneysel ve çoğunlukla derece derecedir. Şamanik bilinç durumuna nasıl ulaşılabileceğini öğrenilmesinden ve o durumda görme ve yolculuk yapmadan, kişinin kendi koruyucu ruhundan eminlik kazanması ve onunla ilgili bilgi edinmesinden ve Şamanik bilinç durumundayken onun yardımını sağlamasından ve bir Şaman olarak başkalarına başarıyla yardımcı olmayı öğretmekten oluşur. Daha ileri düzeydeki Şamanizmin belirleyici bir aşaması kendi yardımcı ruhlarından kişisel eminlik kazanmak ve bunlarla ilgili bilgi elde etmektir. Şamanlığa kabul hiç bitmeyen bir çabalama ve neşe sürecidir ve bir Şamanın statüsüyle ilgili belirleyici kararlar yardım etmeye çalıştığı kişiler tarafından verilir.

Yeni bir Şaman, temel ilkeleri, yöntemleri ve Şamanizmin kozmolojisini öğrendikten sonra, Şamanik uygulamalar ve yolculuklarla güç ve kişisel güç edinir. Bu bilgi elde edildikçe, Şaman diğerleri için bir rehber haline gelir. Örneğin, toplumdaki bir insan bir rüya ya da bir hayal görebilir ve Şamana bunun anlamını sorabilir. Usta Şaman kendisinin şimdiye kadar öğrendiklerinin ışığında “deneyimlediğin şey şu anlama geliyor…” diyebilmelidir. Şaman gizemleri açığa çıkaran, kişisel deneyimlerini bunlar sanki büyük bir kozmik yap-bozun parçalarıymış gibi sürekli olarak bir araya getirmeye çalışır. Kozmik yap-bozun üst düzeyindeki bilgisine ulaşmak için çoğunlukla yıllarca süren Şamanik deneyimlere gerek vardır ve usta bir Şaman bile bir ölümlünün yaşam süresinde yap-bozu tamamlamayı asla ummaz.

Kişinin Şamanik olarak görmesi Şamanik Bilinç Durumunda olur. Buna görselleştirme, hayal etme ya da güçlü gözü kullanma adı verilebilir. Böyle bir görme, değiştirilmiş bir bilinç durumunda yapılmakla birlikte, böyle hayalleri halüsinasyon olarak nitelendirmek ön yargı olur. Şaman hayali deneyimlerken hareket edemez ama etrafında neler olup bittiğinin bilincindedir. Şamanik bilinç durumu medyumların translarının tersine normal bilinç durumuna döndüğünde deneyimin tümüyle anımsanmasına izin verir. Transı hafiftir ve davul çalınması sürdükçe devam eder. Davul ve çıngırağın değişmeyen monoton sesinin başlaması onun beynine Şamanik Bilinç Durumuna dönmesi için sinyal verir ve deneyimli bir Şaman için bu sesleri duymak çoğunlukla hafif bir transa girmek için yeterlidir çünkü kendini bu seslere koşullamıştır. Şamanik Bilinç Durumuna girerken Şaman davulu kendi çalar ancak trans ağırlaşmaya başladığında davul çalma işini yardımcısı üstlenir.

Şamanik bilinç durumuna girmeye ayrıca şarkı söyleme ve danslarla da yardımcı olunur. Şamanın böyle durumlarda söylediği özel güç şarkıları vardır. Şarkılar, Şaman Şamanik Bilinç Durumuna yaklaştıkça temposu artan, yinelemeli ve monoton şarkılardır. Şaman diğer türden büyücüler ya da büyücü hekimlerden esrime yada ekstaz dediği değistirilmiş bilinç durumunu kullanmasıyla ayırt edilir. Ekstaz ruhunu göğe yükseltmek ya da cehennemi mekanlara inmek üzere bedeninden ayırdığı dinsel bir trans yöntemidir. Bunun diğer bir tanımı da ruhsal yolculuktur. Şamanın transı kendi başına yaptığı bir şuur deneyimidir. Buna Samanik Bilinç Durumu denir. Bu bilinç durumu tedavi için uygun hayvanı, bitkiyi ve diğer güçleri bulabilmek için nereye yolculuk yapacağını bilebilmesi ve alt dünyaya nasıl ulaşım sağlaması gerektiğinin bilgisini içerir. Şamanik Bilinç Durumunda Şaman gördüklerinde tipik olarak tarif edilemeyen bir sevinci, önünde açılan güzel ve gizemli dünyalara duyduğu hayranlığı deneyimler. Deneyimleri rüyalar gibidir ama bunlar onun gerçek olduğunu hissettiği ve içinde hareketlerini denetleyebildiği ve maceralarını yönlendirebildiği uyanık rüyalardır.

Şaman açık bir biçimde görebilmek için karanlıkta ya da en azından gözleri örtülü olarak çalışan hünerli bir görücüdür. Bu nedenle Şamanlar uygulamalarını geceleri yaparlar ama Şamanik görme için karanlık tek başına yeterli değildir. Görücü aynı zamanda çoğunlukla davul çalma, çıngırak çalma, şarkı söyleme ve dans etmenin yardımıyla Şamanik Bilinç Durumuna girer. Şamanın okuduğu hayır dualara “alkış” denir, Şamandan alkış alan bir kimse dileklerinin yerine geleceğine inanır.

Rüyalar Şamanik görüş açısından iki çeşittir. Olağan rüyalar ve olağandışı ya da büyük rüyalar. Şamanlar normalde yalnızca büyük rüyalarla ilgilenirler. Büyük rüya farklı gecelerde aynı biçimde görülen rüyadır ya da bir kez görülen ama uyanıkmış gibi canlı güçlü bir rüyadır. Şamanlara göre büyük rüyalar çoğunlukla koruyucu ruhlarının onlarla iletişimi ve ikazıdır. Büyük rüyaları olduğu gibi bir mesaj olarak alırlar ve uygulamaya sokarlar. Örneğin; Şaman eğer bir otomobil kazasında yaralandığını görürse bunu sembolik olarak bir arkadaşıyla beraber canlandırır böylelikle olayı yaşamış olur ve kimseye zarar gelmez. Bu bizim bilgimizdeki yakın çevremizdeki bir olayı gözlem yoluyla yasamamıza ve olayın bilgisini almamıza benzetilebilir.

Şamanlar uzaktaki bir yakınlarını iyileştirme işleminde bir nevi imajinasyon kullanırlar. Sessiz karanlık bir odada gözlerini kapatır, çıngırağını kullanır ve güç şarkısını söyler. Yüzünü hasta kişinin bulunduğu kentin yönüne döner ve yatağında yatmakta olan hastayı gözünde canlandırır o kişinin güç hayvanını geri getirmek için alt dünyaya yolculuk yapar ve hastanın yanına yollar. Bu bir nevi imajinasyon ve bizim tabirimizle uzaktaki birine enerji yollama gibi kabul edilebilir. Tek fark bizler güç hayvanı kullanmadan imajinasyon yeteneğinimizi, gücümüzü kullanır ve enerji yollarız.

Başka bir görüşe göre kenevir yardımı ile transa geçen Şaman rahip yani Kam kadınlık ve erkekliği kendinde birliğe getirip evrensel armoniye katıldığına inanırdı. Şaman güçlü bir ritim taşıyan müzik eşliğinde dans ederek esrimeye ulaşır ve sağaltımda bulunurdu. Şaman rahipleri erkeklerde olduğu gibi kadınlardan da olurdu ve bunlara Kam-hatun denirdi. Şaman gereksinmeye göre doğa parçalarını özellikle de hayvanları taklit ederek transa girer ve onların gücüyle birleştiğine inanırdı. Hayvanlardan en çok at ve kuşlar için transa girilirdi. Eğer kuşla bağlantıya girilecekse Kam başına kuş tüyleri takar ve uçma taklidi yapardı. Eğer at ile bağ kurulacaksa atın yürüyüşünü taklit ederek dans ederdi. Şamanların “ateş dansı” yaparak ateş karşısında transa geçmeleri gelenekleşerek Türklerde “ocak kültü” nü oluşturmuştur. Birçok inanç töre ve davranışın kaynagı “ocak kültü”ne dayanmaktadır. Gökte güneş, yerde ateş, evde ocak Şaman yaşamı için kutsal olmuştur. Bir Kam’ın Şaman düzeyine çıkabilmesi için önce doğa parçalarıyla bağ kurup transa geçmeyi başarması, sonra da bunu hayvanlarla başarması gerekirdi. Daha sonra “ateş” transına hak kazanırdı.Ancak en sonunda insanla bağ kurup kendinde kadınlık ve erkekliği transandantal-aşkın- birliğe ulaşmakla Şaman olabilirdi. Sha=kadınlık, Man=Erkeklik Şaman da kadınlıkla erkekliğin aşkın birlikteliği olarak yorumlanırdı.

Şaman Giysisi

Şamanın çesitli bölgelere ve zamanlara göre değişen bir kıyafeti vardır. Mesela; genellikle bir cübbe veya hırka, başa takılan bir serpuş veya maskeye benzer bir şey, eldiven ve yüksek konçlu ayakkabı, bazı aksesuarlarla beraber Şamanların kıyafetini oluşturur. Şamanların kullandığı, çeşitli hayvan derilerinden yapılmış, üzerine gök ve yer altı ruhları ile ilgili semboller yapılmış bir de Şaman davulu vardır.

Şamanizm Adetleri

Şamanizmde törenler genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Belirli günlerde yapılanlar veya önceden belirlenmemiş törenler. Bu törenlerde, çeşitli halkların inanç, gelenek ve göreneklerine göre farklılıklar olmakla birlikte mutlaka kurban adeti vardır. At ve koyun dışında kan akıtılarak sunulan kanlı kurban bilinmemektedir. Kutsal sayılan bir yere, bir değere bir şey sunmak, eşya adamak, Şamanın davuluna, kutsal ağaçlara bez bağlama, çeşitli maddelerden yapılan tanrı tasvirlerine yemek sunma, ateşe içki dökme ya da atma kansız kurbandır. Kansız kurbanların bir başka biçimi de ruhlara adanıp kırlara salıverilen hayvanlardır.

Şamanizmden Hayatımızda Kalanlar

Türklerin inanışlarında bugün bile Şaman geleneğinin izlerini görmek olası. Matem töreninde ölünün bindiği atın kuyruğunu keserek kurban etmek, ağacı kutlu saymak, uzun ömürlü olması, daha önce ölen çocuklar gibi ölmemesi için çocuklara Yaşar, Durmuş, Duran, Satılmış, Satı gibi isimlerin konması, türbelere adak adanması, dilek ağaçlarına çaput bağlanması gibi adetler ve nazar değmemesi için tahtaya ya da bir zemine vurmak bu kapsamda değerlendirilir.

Şamanın Hasta Tedavisi

Şaman dizleri üzerinde kendi güç şarkısını söylemeye başlar ve emme işleminde kendisine yardımcı olacak ruhları çağırır. Aynı zamanda içinde kum ya da su olan hastadan çıkarttıklarını tükürmek için hazırladığı sepet ya da kabı kendisine doğru çeker. Çıngırağını hastanın üzerinde sallayarak güçlüce sarkı söyler ve kendisine emme işleminde yardım edecek ruhları çağırmak için konsantre olur. Diğer grup üyeleri de bir çember oluşturarak onun çabasına güç şarkısını söyleyerek katkıda bulunurlar. Şaman hastanın içindeki zararlı, istilacı güçlerin yerini bulmalıdır. Bunun için bir kehanet tekniği kullanır. Gözleri kapalı olarak elini hastanın bedeni ve kafası üzerinde ileri geri gezdirir, hastanın bedeninin belirli bir yerinden gelen özel bir ısı, enerji, titreşim hissi olup olmadığını yavasça keşfeder. Bir başka teknikse herhangi bir titreşimi hissetmek için hastanın üstünden bir tüy geçirmektir. Şaman belirli yeri hissettiğinde ya sessizce ya da şarkıyla çıngırağını hastanın üzerinde aynı tempoda çalarken iki yardımcı ruhu çağırır. Gözleri kapalı olarak yardımcıların yaklaştığını gördüğünde Şaman onlardan ağzının içine girmelerini ister. Onlar burada Şamanın hastadan emeceği güç istilasını hapsedecek ve içlerine alacaklardır. Ve Şaman hastanın bedeninde zararlı istilayı hissettiği yeri bütün gücüyle emer. Bu elbisenin üzerinden yapılabilir ama elbisenin o bölümünü açmak ve deriyi fiziksel olarak emmek çoğunlukla daha etkilidir. Şaman bu işlemde gördüğü kötü yaratığın ağzından ve boğazından geçerek midesine gitmemesi için çok dikkatli olmalıdır. Eğer kazayla onu yutarsa onu çıkartmak için başka bir emen Şamanın yardımı istenir. Bu Şamanların partnerlerinin olmasını istemesinin başka bir nedenidir. Şaman gerekli olduğu kadar tekrar tekrar emer ve kuru kusar. Bunu bazen istemsiz şiddetli bir öğürmeyle yaparlar. Şaman her kuru kusuştan sonra işlemi yineleyecek kadar güçlü olana kadar konsantrasyonunu güç şarkısını söyleyerek ve yardımcı ruhlarını canlandırmak üzerine odaklanarak yeniler. Bu devreleri elini hastanın üzerinde ileri geri hareket ettirdiğinde ısı, enerji ya da titreşim yayıldığını hissetmeyene kadar sürdürür.

Diğer bir yöntem ise tütün tuzaklarıdır. İstilacı ruhların tütünden zevk aldıklarına ve ona çekildiklerine inanılır. Bu yöntemde tütün paketleri ya da içinde tütün olan minyatür bez keseleri kullanılır. Yerde ya da bir zeminde yatmakta olan hastanın etrafında tütün paketlerinden çember yapılır sonra saman zararlı güç istilasını hastadan çıkartmaya çalışır, zararlı güçler hasta bedenden çıkıp tütünlere geçer ve bu çalışma bittiğinde tütün paketleri bir top halinde yuvarlanır ve derhal uzak bir yere götürülür. Orada top açılır ve tütünler ağaç dallarına asılır. Böylelikle ruhlar zarar verebilecekleri insanlardan uzak bir yere dağıtılmış olur.

Başka bir yöntemse Şamanın hastanın hastalığıyla özdeşleşmesidir fakat tehlikelidir çünkü bu yöntemde Şaman hastaya zarar veren güçleri kendi üzerine almaktadır. Şaman önce hastayla hastalığı ile ilgili konuşur acısını, hissettiklerini kendi içinde hissetmeye başlar. Sonra hasta gibi olmanın nasıl birşey olduğunu, hastanın yaşama bakışının nasıl olduğunu ve hastanın sorunlarının, umutlarının neler olduğunu öğrenmeye çalışır. Şaman kendisini duygusal olarak hastayla özdeşleşebileceğinden emin olduktan sonra sağaltım çalışmasına başlamaya hazırdır. Bu noktada hasta ve Şaman insanların yerleşmemiş olduğu bir araziye gider. Şaman çıngırağı ve güç şarkısıyla koruyucu ruhunu ona yardımcı olması için uyandırır. Hasta bu aşamada onun arkasında sessiz durur. Şaman kendini güçlü hissettiğinde o ve hasta yavasça elbiselerini çıkartarak değiştirirler.

Saman hastanın elbiselerinin her bir parçasını giydikçe hastanın ağrılarını ve dertlerini üzerine almak ve hastanın kişiliğini almak üzerine konsantre olur. Şaman son giysi parçasını giydiğinde artık hasta olduğunu hissetmeye başlamalıdır. Şaman ve hasta çıngırak eşliğinde dans eder. Hastanın tamamen iyileştiğini hissedene kadar elini hastanın üstünde tutar. Eğer çalışma doğru yapılmışsa Şaman hastalık ya da acı dalgalarının üzerinden geçtiğini hisseder yani bir nevi katalizörlük yapmış olur. O anda Şaman 100 metre kadar koşar, durur ve kollarını öne doğru uzatır tüm kuvvetini hastaya acı veren ve şimdi kendi üzerinde olan istilacı gücü atmaya odaklar ve bu zararlı gücü gökyüzüne uzağa fırlatır. Şaman bu işlemin bitişini hastanın derdinin ve kişiliğinin kendi bedeninden alınması hissiyle bilir.

Şamanizm günümüzde Türkler ve diğer Orta Asya halklarının hayatını değişik oranlarda etkilemeye devam etmekle birlikte halen Orta Asya’da başlı başına bir din olarak devam etmektedir. Tatarların bir kısmı özellikle Hakasya Türklerinin hemen hemen tamamı Şamanisttir. Günümüzde Rusya, Moğolistan, Tacikistan, Kazakistan gibi ülkelerde Şamanist topluluklara rastlanmaktadır. Sayıları gittikçe azalmakla birlikte günümüzde yaklaşık 650.000 kadar Şaman olduğu tahmin edilmektedir.


Kaynak :

Şamanın Yolu – Michael HARNER




Şems-i Tebrizi’nin 40 Kuralı

Şems-i Tebrizi’nin 40 Kuralı

1. kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstünde ki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

3. kural: Kur’an dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahiri manadır. Sonra ki batıni manadır. Üçüncü batıninin batınisidir. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.

4. kural: Kainattatki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.

5. kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

6. kural: Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

7. kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

9. kural: Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

10. kural: Ne yöne gidersen git, doğu, batı, kuzey ya da güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.

11. kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

12. kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

13. kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

14. kural: Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.

16. kural: Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.

17. kural: Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

18. kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır

19. kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

20. kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

22. kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

23. kural : Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…

24. kural : Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak , buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

25.kural: Cennet ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an da burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

26. kural : Kainat yekvücud, tek varlıktır. Herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

27. kural : Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

28. kural : Geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu anın hakikatini yaşar.

29. kural : Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ”ne yapalım, kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

Kalbin Anahtari
Kalbin Anahtarı

30. kural : Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez. Sufi kusur görmez kusur örter.

31. kural : Hakk’a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

32. kural : Aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !

33. kural : Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

34. kural : Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

35. kural : Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içinde ki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

36. kural : Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan !

37. kural :Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

38. kural : Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? Diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık ! Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

39. kural : Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz. Her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz. Ölen her Sufi için bir Sufi daha doğar.

40. kural : Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde.

En Güzel Resmim… (Bir Farkındalık Yüzleşmesidir)

En Güzel Resmim… (Bir Farkındalık Yüzleşmesidir)

Bu Yazı Bir Farkındalık Yüzleşmesidir. Geçenlerde, boş ve anlamsız gözlerle baktığım bir vitrinin camında birden birine rastladım. Önce irkildim. Siması hiç yabancı değildi ama tanıyamadım ve “Sen de kimsin?” dedim. “Ben senim; ne çabuk unuttun beni, ben senlerden biriyim.” dedi.

Benlerden biri mi? Benlerden kaç tane vardı ki? Ne zaman çoğaltmıştım kendimi bu kadar, hangi arada, nasıl da fark edememiştim? Peki ötekiler neredeydi o zaman ve kaç taneydiler?

Zihnimden onlarca soru geçerken, vitrin camındaki benin sanki düşüncelerimi okur gibi bir hali vardı. Okurdu tabii, dediğine göre o benlerden biriydi… Karşısında kendimi çırılçıplak hissediyordum. Sanki tüm sırlarım kim olduğunu bilmediğim biri tarafından yüzüme vuruluyordu. Aklımdan hızla geçen her soruyu tek tek yanıtlamaya başladı.

“Kim olduğumu düşünüyorsun, değil mi? Bir yandan tanıdık geliyorum ama bir yandan da tanımadığını düşünüyorsun. Biz kimiz sana kısaca anlatayım: Bizler çok sayıdayız. Bazen fark edersin, çoğu zamansa edemezsin. Hoş, fark etsen de bizi bırakamazsın genellikle. Tatlıyızdır bizler, dünyadaki yaşamında madde aleminin içine dalarken, sana yakıt oluruz. Bizler sayesinde gözün kapalı; eğlene, coşa dalarsın madde aleminin içine. Önceleri hoşuna gideriz, sonra bize ihtiyacın kalmadığını söyleyerek tüm egemenliğimizi alırsın elimizden. Ama biz yılmayız, bekleriz, sabırlıyızdır. Çünkü, tekamül yasası gereği dünya okulunda sınavların bitmez ve geldiğin gelişim düzeyi ne olursa olsun bize mutlaka bir gün işinin düşeceğini biliriz. Sabırlıyızdır, sıramızı bekleriz biz. Aklın biraz başına geldiğinde, bizden kurtulmaya çalışırsın düşmanmışız gibi. Ama biz olmasak, sınavında olmaz. Çünkü bizler senin başarıyla yanıtlaman gereken sınav soruların gibiyizdir. Ne biz sensiz, ne de sen bizsiz yapamayız. Bu okulu biz olmadan bitiremezsin. Az önce de söyledim ya sınav soruların biziz. Yanıt anahtarı ise geldiğin yerde. Dünyayı terk ettiğinde, sana yanıt anahtarını gösterecekler ve sana, yanıt anahtarına göre kendi notunu kendin ver diyecekler. Biz aslında seninle etle tırnak gibiyiz. Bizleri taaa buraya kadar ait olduğun yerden, geldiğin yerden eğitmek üzere getirdin ama bazılarımızı da burada edindin, burada yarattın. Bizleri her gün, her an kullanıyorsun aslında. İş yerinde çalışırken birimizi, eşinle tartışırken başka birimizi, alışveriş yaparken bir ötekimizi, bir topluluk içine girdiğinde daha başkasını… Bizler senin yanında, görünmeyen bir çuval içinde gezeriz. O an hangimize ihtiyacın varsa, çuvaldan çıkarır onu kullanırsın. Bizleri çok iyi tanırsın aslında ama tanımamazlıktan gelirsin. Çünkü kaçmak, kendini kandırmak adetidir beşerin. Bizleri tanımasan, o çuvalın içinden hangimizi çıkarıp kullanman gerektiğini nereden bileceksin? Sen ve ben biriz aslında. İyi düşün! Hala tanıyamadın mı beni, hala tanıyamadın mı bizi?”

Karşımda ben olduğunu iddia eden kişi konuştukça yüzüme şamarlar patlıyordu, kulaklarımı tıkayıp kaçmak istiyordum ama kaçtığım yere peşimden onlar da geliyorlardı. Beni rahat bırakın, sizi tanımıyorum dedikçe, onlar seslerini yükselttikçe yükseltiyorlardı!

“Çok zor değil mi bizi kabul etmek, kendi gerçeğinle yüzleşmek? Bizden kaçma. Öncelikle sevgiyle, bilgiyle, anlayışla kabullen bizi çünkü biz seniz aslında. Bizleri yok etmeye çalışma sadece eğit ve yönet. Bizi kontrolün altına alabilirsin. Bizi kontrol altına aldığında, kendi kendinin de sahibi olacaksın. Korkma! Bunu başaracak güçtesin, lütfen bunu fark et artık. Bunu başarabilmek için Yukarı’dan ve aşağıdan yardım içindesin, anla artık. Zamanın daralıyor, bu atalet ve kandırmacalar içinde kaç yaşam geçirdin. Bu yaşamını da harcama. Bizi ve kendini sev, yönet, yüzleş ve sonunda OL… İnan, OL’duğunda en çok biz sevineceğiz. Çünkü her ne kadar sen bizi düşmanın varsayıp görmezden gelsen de, senin düşmanın değil, dostunuz. Birlikte, bir bütün olarak gelişiyoruz.”

Nefesim kesilmişti. Kendimden nasıl bu kadar uzaklaşabilmiştim? Nasıl bu kadar kendimi göremeyecek kadar kör olmuş ve kaybolmuştum… Yakındaki bir banka sözcüğün tam anlamıyla çöktüm. Kuşkusuz, benler de… Her şey, darmadağın olmuştu. Bugüne kadar yaslandığım kandırmaca minderlerim yok olmuş, yerini buz gibi taş duvarlar almıştı. Evet, başından beri tanıyordum aslında onları sadece tanımamazlıktan geliyordum. Haklıydılar. Sadece gözlerimi ve kulaklarımı tıkamıştım onlara karşı çünkü sahte ve geçici bir rahatlık sağlayan ve keyifle yaslandığım kandırmaca minderlerimden kalkmak istemiyordum. Çünkü böylesi daha kolaydı. Yani kısa günün karı…

ego ve benlik
Ego ve Benlik

Ben tüm bu düşünceler içindeyken çevrem aydınlanıyordu sanki ve Ben’ler birer birer gün ışığına çıkıyorlardı gizlendikleri yerden gülümseyerek. Ardı arkası gelmiyordu. Ne kadar da çoktuk böyle… Korkmuyordum artık. Yerimden kalktım ve onlara gülümseyerek, “Gelin buraya, kucaklaşalım” dedim. Mıknatısa toplanan demir tozları, demir parçaları gibi kenetlendiler bana. Kocaman bir yumak olduk, büyüdükçe büyüyorduk ki, birden yeniden konuşmaya başladılar:

“Sonunda, evet sonunda bizlerle tanıştın, bizleri fark ettin, kabul ettin. Bak nasıl da aydınlandı çevren. İşte bu sensin, işte senin gerçeğin bu. İyi bak! Ve bu tabloyu hiçbir zaman unutma. Bu tablonun ressamı sensin, bu senin resmin. Resmini en iyi şekilde koru. Dedim ya, bizler senin dünya okulunu bitirmen için yanıtlaman gereken sınav sorularıyız. Bizi en iyi şekilde çöz ve başar, sakın bizlerle özdeşleşme. Dünya diliyle bize benlikler, oluşturduğumuz şu yumağa da EGO diyorsunuz. Adımız hiç önemli değil. Önemli olan bizi çözmen, soruları doğru yanıtlaman.

“Bizi gördün, fark ettin bundan sonrası sana kalmış ya tek tek çözersin bizi ya da sınıfta kalırsın. Seçim her zaman ve her yerde olduğu gibi sana ait çünkü sen özgürsün, sorumlusun ama Evrensel Yasalar çerçevesinde bunu sakın unutma… Ha gayret, üstesinden gelirsin. Korkma, cesur ol, sakın pes etme. Al bakalım bu birinci sorun hadi başla bakalım yanıtlamaya. Sevgiyle, imanla ve teslimiyetle. Son olarak, tanıştığımıza sevindik ve seni seviyoruz… Bizi unutma sakın. Sık sık görüşelim!”

En Sık Sorulan Tarot Soruları

En Sık Sorulan Tarot Soruları

En Sık Sorulan Tarot Soruları hakkında bilgi vererek alacağınız Tarot danışmanlıklarında en sağlıklı sonuçları alabilirsiniz. Tarottan en iyi sonucu tüm bunlar dışında soracağımız sorular da belirler.

Tarot okumasının başarısı; kartların anlamlarının yanısıra, Tarot okuyucusunun ruhsal bilgi birikimi ve farkındalığı, tecrübesi, danışanın enerjisine ne kadar uyumlanabildiği ve hissedebildiği, danışanın okumaya ne kadar uyumlanabildiği ve inandığıyla doğru orantılıdır. Tarot bizi aklımızdaki soru ya da sorular hakkında netliğe ulaştıran kadim ve kıymetli bir araçtır. Tarottan en iyi sonucu tüm bunlar dışında soracağımız sorular da belirler. Bir Tarot okumasının amacı, seansa başlamadan öncekinden daha iyi bir ruh halinde çıkmak, kendimizi karamsar değil iyi hissetmektir. Tarot okuyucusunun tecrübesi ve ruhsal farkındalığı danışan için çok önemlidir. Biz Tarot Okuyucuları felaket tellalı değil, danışanın uyanışına katkıda bulunacak danışmanlarız.

Tarot Kartlarına Genel Soru Sorulabilir mi?

Tarot kartlarına ucu açık sorular sorulmaz, eğer sorulursa net cevaplar alınmaz. Tarot kartları ne istediğini bilen, kendinden emin ve tavsiye verebileceği sorular ister. Örneğin; “Karşıma hayatımın aşkı çıkacak mı?” gibi kapalı bir soru yerine “Önümüzdeki bir yıl içinde ciddi bir ilişki kurmak için tarot kartları bana ne tavsiye eder?” gibi bir soru sormak gerekir. Tarot kartları, bir yıldan ötesini tahmin edemeyebilir dolayısıyla çok uzun vadeli sorulara doğru yanıtlar alamayabiliriz. “İşe girecek miyim?” sorusu yerine “İstediğim işe girebilmek için neler yapabilirim?” sorusu daha mantıklıdır ve okumada daha iyi çalışır. Sorunuz ne kadar ayrıntılı ve netse tarot kartlarının cevabı da o kadar açık olur. Tarot Eğitiminde öğrencilerime soru sorma tekniklerini de öğretiyorum.

Soru sorarken negatif ve olumsuz düşünmeyin. Sizi doğrudan ilgilendirmeyen ve başka kişilerle ilgili şeyleri sormayın. Sizin dışınızdaki kişilerle ilgili, onların izni olmadan soru sormak doğru değildir. Sorunuzu sorarken başkalarının gizlilik haklarını ihlal etmeyin. Üçüncü kişilerle ilgili sorular, onların psişik alanına girmek demektir.  Sağlıkla ilgili sorular sormayın, sağlıkla ilgili bir sorunuz varsa doktora danışmalısınız, tarota değil.

Tarot baktırırken eğer özel olarak soracağınız bir sorunuz yoksa genel soru sormanızda herhangi bir sakınca yoktur. Genel durum için özel açılım biçimleri vardır. Bununla birlikte zihinsel, duygusal ve finansal konular için kart açılabilir ve genel yaşantı açısından tarot bakılabilir. Eğer bu konulardan herhangi birinde ilgi çeken bir kart çıkarsa bu konuya tekrar özel bir şekilde tarot açılabilir.

Tarot açılımı yaptırırken; önemsediğiniz bir şeyin ne zaman olacağını sormayın, kartlara bunun gerçekleşmesi için ne yapabileceğinizi sorun. Böylece garantisi olmayan bir kehanete dayanarak acele kararlar verme riskine girmezsiniz çünkü Tarot bir kehanet yöntemi değil, enerji okuma biçimidir. Kartları okuyanın hakkınızdaki şeyleri tahmin etmesini beklemeyin çünkü Tarot okuyucusu kahin değildir. Aklınızdaki soru ya da konuyla ilgili ayrıntılara inin ve onunla başa çıkmak için en iyi tutumun ne olabileceğini sorun. Tarot kartları, size aklınızdaki soru ya da durumla ilgili hangi tutumun en iyisi olduğunu, nelere dikkat etmeniz gerektiği konusunda değerli tavsiyeler verebilir. Tarot kartları bilgedir ve kişinin duygularına uygun tavsiyelerde bulunur.

Bir Kerede Kaç Soru Sorulabilir?

Tarot soru odaklı çalıştığı için, her soru için kartlar karıştırılır ve her soru için tek açılım yapılır. Aynı soru arka arkaya sorulmaz, farklı bir yanıt alabilme düşüncesiyle aynı soruyu peş peşe sormanız yanlıştır, bu şekilde kartları değil kendinizi kandırırsınız.

Tarot Bir Konu İçin Hangi Sıklıkla Bakılmalıdır?

Tarot kartlarını açıp, yoğunlaştınız ve sorularınızı sordunuz ancak birkaç ay geçti hala aynı konuda hiç bir gelişme olmadı diyelim. Siz hala konuyu düşünüyor ve çok merak ediyorsanız merak ettiğiniz konu hakkında tekrar açılım yapabilirsiniz. Yeni yanıt eski yanıttan daha sonra gerçekleşecektir belki kafanız karışacaktır ama merakınızı gidermiş olacaksınız. Herkesin gerçekleşme süresi farklıdır, bu süre yaşam ritminize ve konuyu ne kadar net düşündüğünüze bağlıdır.

Belli bir konu ya da soruyla ilgili yapılan açılımın üzerinden en az bir ay geçmesi gerekir. Her gün aynı konuda açılım yapmak doğru cevap vermek yerine, kafanızı karıştıracak cevaplar verir çünkü her gün açılım yapmak sağlıklı değildir.

Tarota danışan her açılımda kaç soru sorabilir?

Her açılımda tek soru sorabilir ya da tek konuya odaklanabilirsiniz. Tek soru için yoğunlaşır, tek soru için kartları karıştırırsınız. Bir Tarot seansının uzunluğu kaç soru sormak istediğinize bağlıdır.

tarot bakan kisiye ne denir
Tarot Bakan Kişiye Ne Denir?

Tarot Bakan Kişiye Ne Denir?

Bilge Tarot Okuyucularına Tarot okuyucusu ya da Tarot yorumcusu denir. Tarotçu, Tarot Falcısı, Tarot bakımcısı gibi ifadeler halk arasında yaygın olmakla beraber, bilge Tarot Okuyucularını diğerlerinden ayırır.

Tarot Zaman Gösterir mi?

Soruyu sorarken süre belirtirseniz o süre içinde yaşayacaklarınız kesinleşir. Süre hakkında sürekli düşünen biriyseniz örneğin bir yıla kadar evlenmeliyim, iş değiştirmeliyim ya da yurt dışına gitmeliyim diye düşünüyorsanız bu kartların daha net yorum yapmasını sağlar. Ancak o soru kafanızı gerçekten kurcalıyorsa kesinlikle yanıt alabilirsiniz.

Tarotta Evet Hayır Sorusu Sorulur mu?

Tarot açılımında Evet ya da Hayır sorularına direk cevaplar alabilseydik bu çok kolay olurdu. Tarot bize kısa ve net cevaplar vermek yerine, çekilen kartların birbirine bağlanması ve harmanlanmasıyla bir hikaye sunar. Tarot Okuyucusu ve danışan o hikayeden Evet/Hayır cevaplarını kendisi çıkarır. Klasik tarot kartları dışında konuşma kartları ve soru-cevap kartları ile hikaye daha açık hale gelip, çeşitlendirilebilir.

Şambala, Atlantis ve Batık Kıta Mu

Şambala, Atlantis ve Batık Kıta Mu

Şambala’ ya değinmeden evvel, Atlantis hakkında kısa da olsa bir bilgi edinmek gerekir. İnsanlığın ulaşmış olduğu en yüksek uygarlık seviyesi olan Mu uygarlığının çevresi yavru uygarlıklarla çevriliydi. Bu yavru uygarlıklardan biri de Atlantis uygarlığıydı.

Bugün, her iki uygarlık hakkında bazı çevreler tarafından efsanevi tanımlaması yapılıyor olsa da onların varlıkları bilimsel araştırmalar ve arkeolojik bulgularla her geçen gün biraz daha gerçeklik kazanıyor. Platon (Eflatun), Atlantis ile ilgili olarak ilk yazdığı eseri Timea (Timaios) ve daha sonra M.Ö.345 yılında yazdığı Kritias’ da kaynak olarak M.Ö.7.yüzyılda yaşamış olan ateşe ve politikacı Solon’u gösteriyordu. Solon M.Ö.590 da Mısır’a gitmiş ve Mısırlı rahiplerden kadim bilgiler edinmişti. Bu bilgiler Atlantis’te yaşam şeklinin yanı sıra Mısır uygarlığının köklerinin Mu ve Atlantis’e dayalı olduğuna ilişkindi. Atlantis’in yaşadığı kıyametin en belirgin delili, yaşanan deprem ve su taşkınları sonucu kıtanın batışının ardından Atlantik Okyanusu’nun, Atlantis’in varolduğu kabul edilen bölgesinde denizin bir çamur ve yosun tabakasıyla geçit vermez oluşundan ötürü Mısır’ın batı ülkeleriyle bağlantısının kesilmiş olmasıydı. Jeolojik olaraksa, Atlantik Okyanusu’nun dibi ve yatağı burada bölgesel çökme olduğunu göstermektedir. Buna benzer birçok kanıt sunulabilir. Evet Atlantis vardı ve battı yani kıyameti yaşadı ve nedeni bize hiçte yabancı olmayan bir kavram EGO…

Lemurya (MU)

Dünya insanları ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu’nun üzerinde Bulunan, Lemurya diğer bir adıyla Mu kıtasında kurdular. İlk koloninin kurucuları olan bu insanlar, hayatın tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli olduğu bir Lyra / Sirius uygarlığı oluşturdular. Sonra 850.000 yıl boyunca Lemuryalılar bir dizi yavru imparatorluk kurarak dünyaya yayılmaya başladılar. Bu imparatorluklardan en önemlisi, Atlantik okyanusunun ortasında bulunan büyük bir ada olan Atlantis idi. İnsanları, kültüre, bilime, sanata oldukça düşkündüler çoğunluk kızıl ırktaydı. Yönetim şekli sosyalist eğilimli monarşiydi. Din adamları, devrin en bilgili kadın ve erkekleriydiler, hekimlik de yapıyorlardı.

Üç Atlantis İmparatorluğu

Atlantis tarihi üç imparatorluğa ayrılır. İlki M.Ö.400.000 yılından 25.000 yılına kadar uzanan Lemurya ile aynı zamanlarda varolan ve Lemurya’nın yıkımını planlayan Eski İmparatorluktur. İkinci İmparatorluk M.Ö.25.000 yılından 15.000 yılına kadar uzanan dünya gezegeninin ilk gerçek hiyerarşik yönetimine sahne olan Orta İmparatorluktur. Sonuncusu ise Atlantis tarihinin son 5.000 yılını kapsayan nihai çatışma ve yıkıma neden olan Yeni İmparatorluktur. Atlantis başında ayrı kralları olan on bölgeden oluşuyordu. Atlant krallığının ilk yasası, birbirlerine karşı silah kullanmamak ve hücuma uğramaları halinde birbirlerine yardım etmekti. Atlantis’in doğal kaynakları sınırsızdı. Köprü ve kanallar ülkenin çeşitli bölgelerini birleştiriyor, büyük limanlardan kalkan gemiler dünyanın her yerine gidiyordu. Bu büyük imparatorluk Helen devletlerine en kudretli oldukları devirde hücum ettiler ve bilgelik, başkasının egemenliğini tanıma yolundan saptılar.

Batık Kıta Mu
3 Atlantis İmparatorluğu

Birinoğulları ve Belialoğulları

Atlantis batışından önce üç kez tufana uğramıştır. İlk tufanın nedeni günümüzde sıklıkla kullanılan kimyasal maddeler ve silahlardır. Toplum yönetiminde hakim olan ve ışığı temsil eden Birinoğulları bir tanrı, bir eş kurallarını toplumda yerleştirmeye çalışırlarken, karanlığı temsil eden Belialoğullarının bu kurallar hiç işlerine gelmiyordu, onlar toplumsal normları hiçe sayıyordu, maddesel, sefahat eğilimli, şiddete dayalı bir hayat biçimleri vardı. Toplum hayatında bu iki grubun anlaşmazlığı gittikçe artıyor, bu da iç savaşlara ve huzursuzluklara neden oluyordu.

Atlantisteki ikinci tufan ise M.Ö.28.000’e doğru gerçekleşti. Atlantisliler ilk tufanın şokunu atlattıktan sonra hızlı bir toparlanış dönemi geçirdiler. Bu ikinci dönemde elektrik ve elektronik alanında önemli buluşlar yaptılar. Uranyumdan elde edilen atom enerjisini taşımacılıkta kullandılar. Laser gibi ışıklı şuaları keşfettiler. En önemli bilimsel başarıları güneş enerjisine hakim olmalarıydı. Bu dönemde insan bedeni kristallerden çıkan şuaların hafifletilmiş bir uygulaması ile gençleştirilebiliyordu. Belialoğullarının’da etkisiyle insanların genleriyle oynamışlar ve mutasyona uğramış olan insanları köle olarak kullanmışlardır.

İnsanlarda önceleri 12 sarmallı olan DNA yapısını iki sarmala indirmişlerdir. Öfke, korkular, şiddet eğilimi, telepati yeteneğimizin azalması gibi olumsuz durumlar insan ırkının bu sarmallarının yok edilmesi sonucu oluşmuştur. Kendilerini tanrıyla eş koştular ve acımasızlaştılar. O sıralar dünyanın iki tane ayı vardı. Şimdiki ayın dörtte üçü büyüklüğündeki ayı, spiral çizen bir yörüngeye soktular. Uzay gemileri ve çekme ışınlarını kullanarak dünyanın aylarından birini Logranj, yani kritik kütle konumu noktasına yaklaştırdılar ve parçacık ışın silahlarıyla ayı parçalayıp, kendilerine rakip gördükleri Lemurya imparatorluğunu yok ettiler ve yer kürenin dengesini bozdular. Tapınaklarda insanlar kurban edilmeye başlandı, doğa güçleri kötüye kullanıldı, dünyada isyanlar ve kaos yaşanmaya başlandı. Lemurya’nın yavru imparatorlukları, Atlantislilerin zulmünden kaçmak için Himalaya’lara ve oradan da yerin altına sığınarak bugün Agarta ve Şambala denilen beşinci boyutsal bir uygarlık kurdular, sonrasında da Atlantis yok oldu.

Belialoğulları, dünya üzerinde yaşayan insanların bilgiden uzaklaşması için çeşitli faaliyetlere girişti. Dünya üzerinde yaşayan bazı insanlarla temasa geçerek, onları kendi felsefeleri doğrultusunda eğittiler. Bunların başında da Adolf Hitler gelmektedir. Bu grubun tek amacı vardı: İnsanları ezoterik bilgilerden uzak tutmak. Üyeleri dünyada önemli güç noktalarını ele geçirmiştir. Halen dünya üzerinde devam eden çıkar savaşlarında ve büyük güçlerin arkasında bu mücadele vardır. İnsanlığın bilgi ve düşünce gücü olarak gerilediği dönemlerin artık sonuna gelindiği söylenmektedir. Yani dünya üzerinde Şambala etkisinin azaldığı ve Agarta, Mu kültürünün tekrar yükselişe geçtiği bir süreci yaşamaktayız.

Şambala’nın Yeri

Yaradılış, enerjitik ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. Bunlardan en katı bölümü Lütosfer denen taş küre ki yedinci enerjitik seviyeyi ifade eder, altıncı enerjitik katman Hidrosfer denen sıvı bölüm, üçüncü bölüm veya katman gazların teşkil ettiği Atmosfer ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız dördüncü, üçüncü, ikinci ve birinci eter dediğimiz enerjitik katmanlardır. Birinci eterden itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjitik katmana bölünmüştür. Şambala dediğimiz enerji ve inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır.

Şambala’nın Misyonu

Şambala dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Maddeyi ruha karşı güçlü kılmak ister, insanların madde hakimiyeti savaşında madde esaretini tetikleyen ve ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Gerektiğinde şiddete de başvurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların tetiklemesi sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan bütün faaliyetler Şambala’nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkar. Şambala ve Agarta’yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitifi, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu hep karşı kutup şeklinde yanlış anlaşılmıştır. Şambala faaliyetlerini Agarta’dan ayırmış, kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir odaktır. Agarta’da, Şambala’da üzerine düşen vazifeyi yapmaktadır. Örneğin; Agarta sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına, Şambala’da tepe çakrasına tekabül etmektedir. Agarta Yaradanın sevgisini yeryüzünde sunarken, Şambala Yaradanın iradesini yeryüzünde sunmaktadır.

Agarta ve Şambala yeryüzünde yaşayan tüm biyolojik yapıların, Ruhsal İdare Mekanizması’nın dünya planetindeki eli, ayağı, kolu vazifesini gören tesir odaklarıdır. Agarta ve Şambala dünya kurulduğundan beri vardır. Şambala’da Agarta gibi bu dünyanın içinde değişik vibrasyon kalitesiyle görev yapan bir tesir odağıdır. Kendilerine has özel bedenler kullanmak suretiyle, bu dünya malı olmayan enkarnasyonları bu dünyaya adapte etmek görevini üstlenmişlerdir. Bu dünyada vazife görecek varlıkların ilk uğrak yerleridir.

Ademe secde etmeyen, bu adem oğlu kuşağına bağlı olmayan, dünya tekamül sürecine bağlı olmayan ve dolayısıyla dünya yasalarına da bağlı olmayan varlıklardır. Dünya yasalarını istedikleri gibi tasarruf altına alıp kullanabilen ve aynı zamanda hiçbirinden sorumlu olmayan görevlilerdir. Sorumlu olmamak, yaptığı hiçbir eylemin astraline işlenmemesi demektir. Dolayısıyla vebali de yoktur.

Agarta ve Şambala birbirinin destekleyicisidir. Alınan bilgilere göre, 1985 yılına kadar Şambala’nın kontrolünde bir dünya gelişimi sürdürüldü. Sonrasında Agarta işi devraldı. Dünyanın yatay tüm teknolojik değişimi Şambala’dır.

Agarta ve Şambala varlıklarına misafir öğretmenler ya da yedek öğretmenler diyebiliriz. Gelirler görevlerini bitirip, bir sonrakine tekrar gelirler. Bir, iki enkarnasyon sonra geçici olarak dünyaya enkarne olacak, doğacak, bu dünyaya vazifeli olarak inecek ya da inmiş varlıkların adaptasyon işlemlerini sağlarlar. Onların bedenlerini, biyolojik yapılarını, ana rahminden itibaren alır, doğumlarına kadar hatta olgunlaşma süreçlerine kadar tanzim ve tertip ederler.

İnsan neslinin tekamül etmesi için dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana gelen mizansenler, olaylar, birçok sosyal, askeri, kültürel, dini hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta bilgeleri ve Şambala güçleri vardır. Bu arada büyük önder Atatürk’ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğu bildirilmektedir.

Hitler
Hitler

Hitler

Şambala misyonunun dünyada en büyük etkinliklerinden biri İkinci Dünya Savaşı ve Hitler Almanyasıdır. Hitler Almanyası bütünüyle Majik bir gruptur. Ancak majinin buradaki anlamı büyücülük değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve İlahi İrade Yasaları yönünde kullanmaktır.

Nazi partisi, devleti sadece 500 kişiyle ele geçirmiştir bu normalde mümkün değildir. Aslında burada ana ve gizli hedef Sovyet Rusya’da reenkarnasyon yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışcı Hiperboreen enkarnasyonlarını daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Dışarıdan devletlerin didişmesi gibi görünen savaşın perde arkasında aslında bir kozmik mücadele yatmaktadır. Hitlerin ekibindeki Karl Haushofer Hindistan, Japonya ve Tibet’te okült çalışmalarda bulunmuş ve inisiyasyondan geçmiştir. Düşman güçlerinin saldıracağı saati, bölgeleri hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar önceden haber verebiliyordu. Hitler’de psişik yeteneklere sahipti Amerikan başkanı Roosvelt’in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir. Meydanlarda ve radyolarda yaptığı konuşmalarda ses majisi tekniğini uygulamaktaydı ve böylece geniş halk kitlelerini etkisi altına alıp, obsede edip, kendine ve Nazizme bağlıyordu.

Gamalı Haç Sembolü

Bu sembol yapılan araştırmalara göre Mu uygarlığından gelmektedir. Sembolün anlamı eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce büyük bir sır olarak saklanmış, bu sır sadece gizli eğitimden geçen rahiplere açıklanmıştır. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agartha ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler bu sembolü Tibet’teki gizli çalışmaları sırasında Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrenmişlerdir. Böylece sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından bayraklaştırılmıştır. Gamalı Haç’ta maalesef tıpkı Rune Bağlamaları gibi aslının çok dışında kullanılmıştır.

Sambala ogretisi aslinda nedir
Şambala Öğretisi Aslında Nedir?

Şambala Öğretisi Aslında Nedir?

Şambala öğretileri, dünyanın sorunlarını çözebilecek temel bir erdemin herkesin içinde bulunduğu bilgisine dayanır. Bu erdem hiçbir kültüre veya dine ait değildir ve ne doğudan, ne de batıdan gelmektedir. Bu daha çok birçok kültürde ve tarihin birçok yerinde varolmuş bir savaşçılık geleneğidir.

Yakın zamanda batılı bilim adamları, Şambala’nın Orta Asya’daki Zhang-Zhung Krallığı gibi tarihi kayıtlara geçmiş bir krallık olduğunu öne sürdü fakat bazı bilim adamları da Şambala hikayesinin tamamen efsanevi olduğuna inanmaktadır. Şambala’nın kurgu olduğunu düşünerek göz ardı etmek kolaydır fakat Şambala öğretisinin iyi ve tatmin edici bir yaşama ulaşmak için, kökleri derinlere inen ve tümüyle doğal bir insan isteğinden bahsedildiğini görmek mümkündür.

Şambala misyonunun nesnel bir yer olarak değil de, her insanın içinde potansiyel olarak bulunan aydınlığın ve akıl sağlığının temeli veya kökü olarak gören bir gelenek uzun süredir Tibet Budizmi öğretmenleri arasında süregelmektedir. Böyle bir bakış açısıyla önemli olan Şambala’nın gerçek olup olmadığı ya da yeri değil ki birçok yazılı metin ve kaynak, tebliğler gerçek olduğunu göstermektedir önemli olan felsefesini anlayıp, uygulayabilmektir.

Şambala aynı zamanda bir savaşçılık geleneğidir ancak buradaki savaşçılık başkalarıyla savaşmak değildir çünkü öfke sorunlarımızın kaynağıdır, çözümü değil. Burada kullanılan savaşçılık insan cesareti ya da korkusuzluğudur.

Savaşçılığın anahtarı ve Şambala görüşünün ilk ilkesi kim olduğumuzdan korkmamamızdır. Bu da tamamıyla cesaretin tanımıdır. Şambala öğretisine göre, dünyanın büyük sorunları karşısında aynı zamanda hem kahraman, hem de nazik olabiliriz. Şambala görüşü bencilliğin tersidir ve bencillik aslında korkularımızdan kaynaklanır. Şambala görüşünün özü, başkaları için aydınlanmış bir toplum yaratmak üzere dünyaya esas olarak ne verebileceğimizi keşfetmemiz gerektiğidir. Gerçek iyiliği keşfetmek, en basit deneyimlerin bile değerini bilmekten, hayatımıza nasıl baktığımızı, sıradan hayatla olan ilişkimizi farketmemizden ve ortaya çıkarmamızdan geçer.

Temel iyiliğin keşfi, özellikle dini bir deneyim değildir. Bu daha çok, içinde bulunduğumuz gerçek dünya ile, gerçek ile uğraşabildiğimizi ve onu deneyimleyebildiğimizi anlamamızdır. Hayatlarımızdaki temel iyiliği deneyimlemek, kendimizi akıllı ve düzgün bir insan olarak düşünmemizi ve dünyayı bir tehdit olarak görmememizi sağlar. Hayatımızın gerçek ve iyi olduğunu hissettiğimizde, kendimizi veya başkalarını aldatmamıza gerek kalmaz. Eksikliklerimizi, pişmanlık veya yetersizlik duymadan kabullenebiliriz ve aynı zamanda da, başkalarına iyilik yapma potansiyelimizin farkına varırız. Gerçeği dosdoğru söyleyebilir, tümüyle açık olabilir ve aynı anda da metin olabiliriz.

İnsanlar kendilerine karşı sempati ve nezaket duymadıkları için başkalarına karşı da uyumsuz ve karmaşık oluyorlar. Hayatımızı takdir etmek yerine, varoluşumuzu hafife alıyoruz ve bu yüzden de kendimizi kendimize açamıyoruz. Bir bedene ve zihne sahip olduğumuzdan, çevremizdeki dünyayı algılayabiliriz bu yüzden bedenimiz ve zihnimiz çok önemlidir ve var olmak harikulade birşeydir.

Şambala geleneğinde, kendimize karşı nezaketi ve dünyamıza karşı takdiri geliştirmenin yolu oturarak yapılan meditasyondur. Bu binlerce yıllık bir gelenektir. Zihnimizi ve bedenimizi uyumlu hale getirmenin bu yolu kendimizi basit hissettirir, farklı olmadığımızı, tam tersine sıradan olduğumuzu düşünürüz. Bir savaşçı olarak sadece yerimizde otururuz ve bu durumdan bireysel bir erdem doğar. Şambala geleneğinin meditasyon uygulaması kişileri, kendilerine karşı açık ve dürüst olmaları yönünde eğitir.

Şambala öğretisinin esası şu andaki durumumuzun üzerinde kişisel olarak çalışmaktır. İnsanların temelde iyi olduğu söylenirken demek istenen, insanın her türlü güce sahip olduğu ve bu nedenle de çevresiyle bir savaş içerisine girmesine gerek olmadığıdır. Temel iyilik sahip olduğumuz, bize doğumumuzla birlikte verilmiş bir şeydir. Temel iyiliği kavramanın ilk adımı elimizde olanı takdir etmektir fakat sonra ne olduğumuzu, nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu, ne zamanda olduğumuzu ve insan olarak nasıl olduğumuzu daha derin bir şekilde incelemeye başlamaktır yani tam bir farkındalık halidir.

Şambala geleneğinin esaslarından biri de korkusuzluktur. Korkusuzluğu deneyimlemek için önce korkuyu yaşamak gerekir. Korkaklığın özü, korku gerçeğinin farkına varmak değildir. Korku birçok şekle bürünür. Ölüm, mevki, yetersizlik korkusu gibi. Zihnimizi korkudan uzaklaştırmak için kullandığımız sayısız yöntem vardır. Yatıştırıcı ilaçlar, yoga, televizyon seyretmek, gazete okumak, veya alkol almak gibi. Korkunun anlaşılması gerekir. Korkumuzun farkına varmalı ve onunla uzlaşmalıyız. Yürüyüşümüze, konuşmamıza, hareketlerimize, tırnaklarımızı yiyişimize, ellerimizi gereksiz yere ceplerimize sokuşumuza bakmalıyız. Bu yolla korkunun nasıl huzursuzluk şeklinde ortaya çıktığını anlayabiliriz.

Gerçek korkusuzluk korkunun azaltılması değil, korkunun ötesine geçmektir. Korkunun ötesine geçmek, korkumuzu yani endişemizi, çekingenliğimizi, kaygımızı ve huzursuzluğumuzu incelemekle başlar. Şambala geleneğinde, korkusuzluğu keşfetmek insan kalbinin yumuşaklığını işlemekten geçer. Şambala öğretisine göre ideal savaşçılık, savaşçının üzüntülü ve şefkatli olmasıdır, bu nedenle de aynı derecede cesur olabilir. Kalpte duyulan bu üzüntü olmadan, cesaret aynı bir Çin çay bardağı gibi kırılgandır. Yere düşürürseniz kırılır veya çatlar fakat savaşçının cesareti lake bir kupa gibidir, içi tahtadandır ve üstünde lake katmanları vardır. Kupa yere düşerse kırılmaz, sıçrar. Aynı zamanda hem yumuşak hem de serttir.

Temel iyiliğin dışavurumu içten gelen, canlı, güçlü bir nezakettir. Bu anlamda nezaket, şüphenin olmaması yani şüphesizliktir. Şüphenin yokluğu, kalbinize, kendinize inanmaktır. Şüphesiz olmak, kendimizle bağlantı kurduğumuz, zihnimizin ve bedenimizin eş zamanlı hale gelişini deneyimlediğimiz anlamına gelir. Zihnimiz ve bedenimiz eş zamanlı hale geldiğinde, işte o zaman şüphelerimiz silinir. Zihni ve bedeni eş zamanlamak, nasıl insan olacağımız, duyularımızı, zihnimizi ve bedenimizi nasıl birlikte kullanacağımızla ilgili temel bir ilkedir. Bedeni bir kameraya, zihni de kameranın içindeki filme benzetebiliriz. Kameranın açılma ve kapanma hızı, içindeki filmin hızına göre düzgünce ayarlandığında güzel ve doğru fotoğraflar çekebiliriz çünkü kamerayı ve filmi eş zamanlamışızdır. Zihin ve bedeni eş zamanlamak, dünyayla ne şekilde bağlantı kurduğumuz ve kendimizi nasıl eş zamanladığımızla da ilgilidir. Bu sürecin iki aşaması vardır, bakmak ve görmek. Dikkatle ve sorgulayarak bakmak ve sonrasında da tüm baktıklarımızı detaylıca görebilmek. Dünyayı algılarken lisana ihtiyaç duymayız. Arzu, öfke, kıskançlık gibi yoğun duyguların dili yoktur. İlk anda yoğun duygular halindedir sonrasında zihnimizde sözler uçuşmaya başlar. “Seni seviyorum” veya “Senden nefret ediyorum” gibi zihnimizde kısa dialoglar oluşur. Zihni ve bedeni eş zamanlamak, lisanın ötesinde, doğrudan bakmak ve görmektir.

Savascinin 5 duyusuda aciktir
Savaşçının 5 duyusu da açıktır.

Savaşçının her duyusu açıktır; görme, koku, ses, dokunma gibi. Bir ressam gibi çevresinde süregelen herşeyi takdir eder. Deneyimleri yoğun ve çok canlıdır. Yaprakların hışırtısı, düşen yağmur damlasının sesi onun için çok gürültülüdür. Bazen etrafında uçan kelebekler onun için çekilmez olabilir çünkü çok duyarlıdır. Bu duyarlılığından dolayı savaşçı, disiplinini daha da geliştirebilir. Böylece, vazgeçmenin ne olduğunu anlamaya başlar. Şambala görüşündeki vazgeçiş biraz farklıdır. Savaşçı kendisiyle başkaları arasında duvar ören her şeyden vazgeçer. Bir başka deyişle vazgeçmek, bu bakış açısıyla kişiyi daha ulaşılabilir, daha nazik yapar ve daha açık hale getirir. Başkalarının hatırına kendi özerkliğinden vazgeçer hale getirir. Aynı zamanda vazgeçmek beraberinde ayrımcılığı da getirir. Açıklığın özünde, nelerden çekinip, neleri reddetmek ve neleri geliştirip, neleri kabul etmekle ilgili bir disiplin vardır. Vazgeçmenin olumlu tarafı yani geliştirdiğimiz tarafımız, başkalarını önemsemektir.

Egoyu eğitmek Şambala öğretisi için çok önemlidir. Egoyu eğitmeden savaşçı olamazsınız. Egonun olduğu yerde kafamız kendimizle, kendi planlarımızla doludur. Başkalarını düşünmek yerine kendi egomuzla ilgileniriz. Günlük dilde kullanılan “kendisiyle dolu olmak” deyimi bu tür bir kendini beğenmişliği ve yanlış gururu anlatır. Vazgeçmek ise bencilliği yenen bir tutumdur.

Disiplin çoğunlukla ceza ile, kurallar koymakla, otoriteyle veya kontrolle özdeşleştirilir fakat Şambala geleneğinde disiplin, nasıl tümüyle nazik ve samimi olunabileceği ile ilgilidir. Disiplin, bencilliğin üstesinden gelmek ve egomuzu eğitmekle alakalıdır. Savaşçının disiplini inişli çıkışlı değildir ve her şeyi kapsar. Bu nedenle de güneşe benzer. Güneş doğduğu her yere ışığını da götürür, güneş ışığı her yeri kapsar. Aynı şekilde savaşçının disiplini de seçici değildir. Farkındalığını ve duyarlılığını daima geliştirir, disiplini ve kendini adamışlığı inişli çıkışlı değildir.

Savaşçılık disiplininin uygulanması sonucunda, hırstan ve manasız davranışlardan vazgeçmeyi öğreniriz. Bunun sonucunda da iyi bir denge geliştiririz. Bu denge, bir duruma takılıp kalmakla değil, gökyüzü ve yeryüzü ile arkadaşlık kurmakla oluşur. Yeryüzü çekim kuvvetini, mantığı temsil eder. Gökyüzü ise; dik durabileceğimiz, başımızı, omzumuzu dik tutabileceğimiz sonsuz uzayın görüntüsünü veya deneyimlenmesini temsil eder. Dengeyi kurmak bu mantığı ve vizyonu birleştirmekten veya başka bir deyişle yetilerimizi bu doğal akışla birleştirmekten geçer. Savaşçı için kendini akışa bırakmak, özgürlüğü deneyimleyebilmek üzere disiplin içindeyken rahatlamaktır. Buradaki özgürlük çılgın veya kafasına buyruk olmak değildir. Bu daha çok, bir insan olarak varoluşumuzu tümüyle deneyebilmemiz için kendimizi serbest bırakmaktır, diğer bir anlamıyla teslimiyettir.

Geçmişi onurlandırmak tek başına dünyanın sorunlarını çözmez. Geleneklerimiz ve bugünkü hayat deneyimimiz arasındaki bağı bulmamız gerekir. Anda var olmak veya şu anın büyüsü, geçmişin bilgisiyle bugünün bilgisini birleştirir. Bir resmi, müziği veya edebi eseri takdir ettiğimizde, ne zaman yaratılmış olursa olsun, onu şimdi takdir ederiz. Yaratıldığı andaki varoluşu deneyimleriz. Her zaman şimdidir. Anda varoluşu deneyimlemenin yolu, şu anın, hayatımızın şu dakikasının her zaman önemli olduğunu anlamaktır. Yani tam bu noktada, nerede ve ne olduğumuzu düşünmek çok önemlidir. Ev ve aile hayatımızın öneminin bir nedeni de budur. Evimizi kutsal görmeliyiz, anda varoluşu deneyimlemek için altın bir fırsat olduğunu düşünmeliyiz. Kutsallığı takdir etmek basitçe hayatımızın tüm detaylarıyla ilgilenmekle başlar. İlgi, farkındalığı hayatımızda geçen olaylara uyarlamaktır. Yemek yaparken, araba kullanırken, bebeğimizin bezini değiştirirken ve hatta biriyle tartışırken bile, içinde olduğumuz farkındalığı. Bu tür bir farkındalık, anda varoluşun önündeki engelleri kaldırır. Önemli nokta şimdidir. Anı deneyimleyemiyorsak, başka bir şimdi arıyoruz demektir ve bu da bozuk bir düşüncedir ve imkansızdır. Böyle davranırsak, sadece geçmiş ve gelecek zaman var olabilir ama şimdi ve şu an kaybolur gider.

Çok kibirliysek nezaketimizi yok ederiz ve eğer nezaketimizi yok edersek, uyanma şansımızı da yok etmiş oluruz. Bu nedenle de sezgisel açıklığımızı kullanamayız ve başkalarına açılamayız. Tam tersine müthiş bir öfke geliştiririz. Öfke tüm temeli yıkar, etrafımız havalı, kibirli ve kendini beğenmiş insanlarla dolu bir hal alır çünkü sadece onlarla anlaşabiliriz tabii buna anlaşmak denebilirse. Kibirli insanlar parlak kırmızıyı ve maviyi, beyazı ve turuncuyu göremez. Kendileriyle o kadar meşguldürler ve başkalarıyla o kadar çok çekişirler ki, etraflarına bakmazlar bile.

Kibir ve nezaketsizlik, davranış alışkanlıklarına bağlı kalmaktan doğar. Alışkanlıklar refleks gibidir; şaşırdığımızda, paniklediğimizde, saldırıya uğradığımızda kendimizi koruruz, alışkanlıklarımızı, bilincimizi saklamak için kullanırız. Kendimizi yetersiz hissettiğimizde imajımızı tamamlamak için alışkanlıklarımıza başvururuz, yetersizliklerimizi başkalarından gizlemek için bahaneler uydururuz.

Alışkanlıklarımızı kendimizi örtmek ve inşa etmek için kullanırız. Japonların yergi olarak kullandıkları, kaplan yavrusu anlamına gelen bir terimleri vardır “Toranoko”. Bu; alışkanlıklarına bağlı kalan, korkaklığını saklamak için yetersiz çabalar sarfeden insanlar için kullanılan bir terimdir. Alışkanlıklarımızın üstesinden gelmediğimiz sürece bir “Toranoko” olarak kalmaya mahkumuzdur. Alışkanlıklar tehlikeli ve yıkıcıdır, görmemizi engeller. Alışkanlıklarımız işlediği sürece doğan güneşten çok, fincanımıza konan sineklerle ilgileniriz yani bakmak ve görmek ayrımı…

Dünyadaki büyüyü keşfetmek için, kişisel nevrozdan ve kendimizin de ötesindeki daha geniş görüşleri deneyimlememize engel olan bencil davranışlardan kurtulmalıyız. Bunlar görüşümüzü karartmakla kalmayıp, başkalarına yardım etmek amacıyla kendimizi toparlayıp geliştirebilmemizi de engeller. Şambala öğretisine göre kişisel akıl sağlığımız, insani bir toplum görüşümüze bağlıdır. Zihnimizdeki karmaşa ve öfkenin üstesinden gelmeden toplumun sorunlarını çözmeye çalışırsak çabalarımız ancak varolan sorunların büyümesine katkıda bulunur. Çünkü kendini tanıyan ve bilen bireyler, kendini tanıyan ve bilen toplumlar oluştururlar.

Şambala geleneğinde; cennet, yeryüzü ve insan üçlemesi yer alır. Bunlar basit tanımlarıyla; cennet, üstümüzdeki gök yani Tanrıların mekanıdır, yeryüzü mantıksallığı ve algıları temsil eder, insan ise cennet ve yeryüzüyle uyum içinde yaşamakla alakalıdır. İnanca göre bu uyum sağlanırsa, dört mevsimin ve dünyanın elementlerinin uyumlu olacağı söylenir ve işte o zaman insanlık birleşmeye başlar.

Sambala ogretisinde savascinin 7 zenginligi kurali
Şambala Öğretisinde Savaşçının 7 Zenginliği Kuralı

Şambala Öğretisinde Savaşçının 7 Zenginliği Kuralı

Şambala öğretisinde savaşçının yedi zenginliği söz konusudur. Eğer bu yedi zenginliği uygulayabilirse gelişmesi ve daha büyük bir zenginliği deneyimlemesi mümkündür.

Birinci zenginlik bir kraliçeye sahip olmaktır. Kraliçe veya eş, evimizdeki nezihlik prensibini temsil eder. Erdemlerimizi, kötü yönlerimizi yani hayatımızı paylaşabileceğimiz biriyle bir arada yaşadığımızda bu kişiliğimizi açmaya teşvik eder, içimize kapanamayız. Bu bir eş yerine arkadaş grubu ya da kendimizle kurduğumuz arkadaşlıkta olabilir. Temel ilke, ilişkilerimizde bir nezihlik ve sorumluluk duygusu yaratmaktır.

İkinci zenginlik bakandır. Bakan ilkesi, bir danışmana yani mürşide, öğretmene sahip olmak demektir.

Üçüncü zenginlik, korkusuzluğu ve korumayı temsil eden generaldir. General bir arkadaştır, bizi korumaya ve bize yardım etmeye, her durumda gerekeni yapmaya bir engeli olmadığından korkusuz olan bir arkadaştır.

Dördüncü zenginlik attır. At; sanayileşmeyi, çok çalışmayı ve belli yerlerde çaba göstermeyi temsil eder. Böylelikle tembellikte sıkışıp kalmaz, devamlı ilerler ve hayatımızdaki durumlarla başa çıkarız.

Beşinci zenginlik sarsılmazlığı temsil eden fildir. Aldanmanın veya karmaşanın rüzgarlarıyla sürüklenmezsiniz. Bir fil gibi sarsılmaz olmak zorundasınızdır.

Altıncı zenginlik cömertlikle bağlantılı olan, dilekleri yerine getiren mücevherdir. Önceki ilkeleri uygulayarak elde ettiğimiz zenginlikle misafirperver, açık ve esprili olarak bu zenginliği dağıtırız.

Yedinci zenginlik çarktır. Geleneksel olarak tüm evrenin yöneticisi elinde altın bir çark tutar, sadece bu dünyayı yöneten hükümdar da demir bir çarka sahiptir. Şambala’nın yöneticilerinin bu dünya üzerinde hüküm sürdüklerinden demir bir çarka sahip oldukları söylenir. Kişisel anlamda çark, dünya üstündeki hükmümüzü temsil eder. Hayatımızın dizginlerini tümüyle elimizde tutarsak, yaşamımızdaki şeref ve zenginliği de yüceltebiliriz. Şambala’daki bu zenginlik anlayışına göre, dünyanın sorunlarını çözmek istiyorsak öncelikle kendi evimizi ve kişisel hayatımızı bir düzene oturtmalıyız.

Aslında Agarta ve Şambala her yerdedir. Eğer yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu, idrakli ve bilgili olur, bilgece yaşarsak mutlaka bu merkezlerden gelecek tesirlerle kontak kurabilir, her türlü destek ve yardımı alabiliriz. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin güvence altına alındığı bu yeraltı ülkesinin destanı görebilene muhteşem bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

KAYNAKLAR :

– Kayıp Kıta Mu – James Churchward

– Batık Kıta Mu’ nun Çocukları – James Churchward

– Şambala Savaşçının Kutsal Yolu – Chöngyam Trumpa

Kılıç Şövalyesi Kartı Anlamı Ve Nasıl Yorumlanır?

Kılıç Şövalyesi Kartı Anlamı Ve Nasıl Yorumlanır?

Kılıç Şövalyesi kartına baktığımızda, rüzgarlı bir havada büyük bir hızla atıyla ilerleyen bir şövalye görürüz. Şövalye kırmızı kıyafetleriyle saflığın ve entelektüel enerjinin rengi olan beyaz renkle temsil edilmiş olan beyaz atla son sürat gitmektedir. Arka planda gökyüzü fırtınalı ve bulutlarla kaplıdır. Ağaçlar ve bulutların yana doğru eğri olması havanın rüzgarlı olduğunu gösterir. Atın koşu takımı oldukça süslüdür. Bu; hayal gücü, işçilik ve ayrıntılara dikkat edilmesinin göstergesidir.

Kılıç Şövalyesi çok istediğimiz bir amaca, çok önemli ve güçlü bir hamle ile atıldığımız zamanlarda belirir. Tıpkı şövalyenin hızla batıya ilerlemesi gibi kartı gören kişi de kaderde çok büyük bir atılım yapmış ve büyük bir sıçrayış yapmaya karar vermiştir. Her ne kadar Kılıç Şövalyesinin elementi Hava olsa da, ateş enerjisiyle yüklü oldukça hızlı bir karttır. Bu kart açılımınızda belirdiğinde hayatınızda hızla ilerleyen gelişmelerin yaşanması, bir hayattan başka bir hayata ani bir geçiş yapmayı ve kendimizi bir anda hiç ummadığımız bir durumda bulabiliriz.

Kılıç Şövalyesi Ne Demek?

Kılıç Şövalyesi; alınan kararlar, hareket ve denge demektir. İlerleyiş, cesaret, aksiyon, hareketlenme, savaşa hazırlık, yeni bir sürece giriş, zorluklarla mücadele, korkuların yenileceği bir dönem ve motivasyon kazanacağına inanmak anlamlarına da gelir.

Bütün şövalyeler gibi Kılıç Şövalyesi de durgun bir dönemden hareketli bir döneme geçişin simgesidir. Fakat Kılıç Şövalyesinin diğer şövalyelerden farkı daha savaşçı ve saldırgan bir yapıya sahip olmasıdır. Kılıç Şövalyesi amacının önünde duran bütün engelleri yok etmektir ve motivasyonu en yüksek olan şövalyedir. Onu motive eden para ya da duyguları değil daha çok hırs ve arzularıdır.

Kılıç Şövalyesi özellikle üç kart tarot açılımı yaptığımızda bazen acil olarak çözülmesi gereken sorunların ya da hazırlıksız yakalandığımız durumları gösterir. Aynı zamanda geleceğe yönelik bir karttır ve yaşanan durumun geleceği etkileyeceğinin de altını çizer. Bu kart belirdiğinde hızlı gelişen bir durumda çözüm de hızlı bulunmalıdır. Kılıç Şövalyesi bize “acele et ve hemen şimdi harekete geç” der. Kılıç Şövalyesinin hızına yetişmek mümkün olmasa da en azından onun hızına yakın hızda hareket etmek gerekir. Yaşanan her ne ise çok fazla ortalıklarda dolanmadan bir an önce hayatımızdan çıkıp gidecektir.

Kılıç Şövalyesi Anlamı 

Kılıç Şövalyesi değişimin kartıdır. Oldukça uzun süredir beklediğiniz büyük değişiminin geldiğini ama bu değişimin hiç de kolay olmayacağını söyler. Kılıç Şövalyesi; iddialı, dürüst, hızlı, zeki ve entelektüel olma kartıdır. Bu kart atılgan, cesur ve asi olduğunuzu gösterir. Ayrıca konuşkan, hırslı ve ileri görüşlü olmayı temsil eder. Kılıç şövalyesi rüzgara karşı koştuğunuzu, büyük liderlik özelliklerine sahip, mükemmeliyetçi ve risk almayı seven biri olduğunuzu gösterebilir. Kılıç Şövalyesi güçlü bir kişiliğe sahip, keskin zekalı, hızlı konuşan, zeki, cesur ve asi bir yetişkindir, 30-45 yaş aralığındaki erkeği temsil eder. Kova, İkizler veya Terazi burçlarından olan birini de gösterebilir. Bu şövalye iddialı ve rasyoneldir, ancak sabırsız olabilir. Bazen biraz duyarsız olabilir bununla birlikte, heyecan verici ve maceracıdır. 

Kılıç Şövalyesi Aşk İlişkisi

Aşk hanesinde beliren Kılıç Şövalyesi ilişkiye dair ani değişimlere işaret eder. Kendimizi aşk hayatında bir anda hazırlıksız olduğumuz bir durumda bulmayı ve bu durumdan kısa sürede kurtulmayı anlatır. Bazıları için şövalye, aniden beliren bir partnerin kişinin hayatına girmesini ve aşk hayatımızda heyecan ve kıpırdamaları gösterir. Partneri uzakta olan kişiler için partnerin yakınlaşması, uzaklardan gelmesi ya da aklındaki partnerden umulmadık bir jest görmeyi de anlatabilir.

Aşk hanesinde beliren Kılıç Şövalyesi ateşin enerjisinin kontrolsüzce harcanmasına karşı uyarıdır. Bu enerji kötü ve kontrolsüzce kullanıldığında aşk hayatında büyük çatışma ve kavgaları temsil edebilir. Kart düz geldiğinde aniden hayatımıza giren birini ifade edebileceği gibi kart ters geldiğinde ise aniden hayatımızdan çıkan birini temsil edebilir. Aniden kaybettiğimiz bir partner ya da aniden sona eren bir ilişki de söz konusu olabilir. Kılıç Şövalyesi aşk hayatındaki sorunların sona erişi ya da bir türlü unutulmayan bir partneri artık yavaş yavaş unutmamızı da ifade edebilir.

kilic sovalyesi tarot anlami
Kılıç Şövalyesi Tarot Anlamı

Kılıç Şövalyesi Tarot Anlamı

Bu kart bir kişiyi temsil ettiğinde rekabeti seven, amacı uğrunda savaşmayı göze alan ve yenilgiyi kabullenemeyen bir kişiliktir. Fakat bu şövalyenin zaafı egosunun iş hayatında karşısına engel olarak çıkmasıdır. Bu şövalye emir almayı sevmez ve gerektiğinde saldırganlaşabilir. Cesurdur, risk almayı sever, zorluklardan ve engellerden korkmaz.

Kılıç Şövalyesinin hayatında sürekli fırtınalar hatta kasırgalar vardır. Aksiyonsuz hayatı itici bulur, oldukça enerjik ve hareketlidir,  adeta hareket halinde olmak için yaratılmıştır. Durgun ve monoton işlerden ve tembel monoton insanlardan hoşlanmaz, huzursuz ve sabırsız bir duruşu vardır, oldukça aceleci ve sonuca odaklıdır bir an önce ufuk çizgisini görmek ister. Bazen aceleciliği yüzünden kaybeder fakat girişkenliği sayesinde hayatında hep yeni sayfaları açmaya hazırdır. İyi bir konuşmacıdır fakat dinlemeyi konuşmayı sevdiği kadar sevmez.

Kılıç Şövalyesi inanılmaz zihinsel enerjiye sahiptir. Kafasında düşünceler, fikirler, planlar ve projeler vardır. Bu düşüncelere şekil verir daha sonra onları uygulamaya sokar. Tıpkı bedeni gibi zihni de sürekli hareket halinde ve değişkendir. Bu yüzden bazen kararsızlığı çevresindeki kişilerce eleştirilir. Bir gün oradadır bir gün burada. Bazen bir şeyin peşinde koşar elde eder ve sıkılıp atar. Yeni hayaller ve projelerin peşinde koşmak isteyecektir. Onun bu yapısı birçok kişiye uymaz ve insan ilişkilerinde en çok sorunu bu yüzden yaşar. Ani düşünür, ani karar verir ve çok hızlı analiz eder.

Ters Kılıç Şövalyesi

Ters Kılıç Şövalyesi bize düzgün bir kişilikten bahsetmez. Elindeki gücü kötüye kullanan, bencil ve ne yaptığını bilmeyen bir bireyi temsil eder. Savaşçı ruhlu ve hırslıdır fakat hırslarının ve egosunun esiri olmuştur. Elindeki gücü kendinden güçsüz olanları ezmek için kullanmaktan çekinmez. Adil değildir, savaşta her şey mubahtır zihniyetine sahiptir. Bu yüzden iş hayatında ya da hayatta karşılaştığı her yarışta haksızlık yapmaktan ve haksız rekabetle kazanmaktan dolayı suçluluk duymaz.

Ters Kılıç Şövalyesi ateşli fakat tehlikeli bir liderdir. Yaptığı hatalarla hem kendini hem de kendisini izleyen topluluğu ateşe atabilecek kadar tehlikeli olabilir. Bazen hırsı ve egosuyla çok önemli fakat aşırı riskli kararlar verebilir. Oldukça çılgın ve tutkuludur. Bir şeyi kafasına taktığı zaman onu durdurmak imkansıza yakındır. 

Ters kılıç şövalyesi, samimiyetsiz, takıntılı, kaba, incitici, alaycı ve aşırı derecede kendini beğenmiş birini ifade eder. Hızlı düşünen ve hızlı konuşan ancak bu yeteneklerini yanlış yerde  yanlış şekilde kullanan birini de gösterebilir. Bu kişi aşırı negatifse, kibirli, agresif, mantıksız ve göz korkutucu olabilir. Ters Kılıç Şövalyesi bir kabadayıyı, bir suçluyu ya da tehlikeli birini de temsil edebilir. Tüm bu özellikleri doğrulamak için diğer kartlara bakmak gerekir.

Kılıç Sövalyesi Hakkında Sık Sorulan Sorular

Kılıç Ası; netlik, atılım, yeni fikirler, konsantrasyon, vizyon, kuvvet, odak, gerçekler demektir ve bir atılımı gösterir. Aklın gücünü temsil eden bu kart, dünyaya yeni bir bakış açısıyla bakmayı da temsil eder. Kişinin bir hedefi olduğunu temsil eder. Hava elementinin etkisindedir.

Kılıç Dokuzlusu

Kılıç Dokuzlusu

Kılıç Dokuzlusu kartında bir kadın kabustan uyanırcasına elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaktadır. Bu kadın kötü bir kabustan yeni uyanmış gibidir ve kartta siyah ve olumsuz bir hava hakimdir. Kadının arkasındaki siyah duvarda birbirine paralel ve hepsi doğu yönüne bakan 9 kılıç vardır. Kadının yorganı güller ve astrolojik sembollerle süslüdür. Kılıç Dokuzlusu; korkuların, kabusların, endişe ve üzüntünün kartıdır. Karttaki kadın ya uykudan uyanmış ya da uykuya hiç dalamamıştır. Bu kartta bir durum hakkında hissedilen endişe ve korkunun zirveye ulaşması anlatılır. 

Kılıç Dokuzlusu aynı zamanda bir inkar mekanizmasına saplanmayı ve bir gerçeği kabul etmek yerine reddederek o gerçekten sıyrılmayı da gösterir. Bu kart Küçük Arkana kartlarının en hüzünlü ve en kederli kartlarındandır. Kılıç dokuzlusunun temsil ettiği kişi depresif ve karanlıkta kalmış bir kişidir. Kılıç Dokuzlusu bazen hapiste ya da isteksiz olarak karanlıkta kalmış olan bir bireyi de gösterebilir. Bu kişi yaşadığı durumdan hiç memnun değildir, üzüntü ve kederi doruk noktada hissetmektedir. İçinde bulunduğu durum kartın temsil ettiği kişi tarafından tam anlamıyla bir çıkmaz olarak algılanmaktadır ve kart kendi içimizde ürettiğimiz acıyı da temsil eder.

Düz Kılıç Dokuzlusu Kartı Anlamı

Düz Kılıç Dokuzlusu Kartı, bu büyük bir endişe ile başa çıkabileceğiniz anlamına gelir. Yeterli bir iş yapıp yapmadığımız, işlerin yolunda gidip gitmeyeceği ve ne gibi işlemler yapabileceğimiz konusundaki endişelerimizi gösterir. Bu kart bize, yanlış bir şey yaptığı için suçluluk duygusu çeken kişiyi de ifade eder.

Kılıç Dokuzlusu kartı; üzgün, mutsuz, umutsuz, kederli, paranoyak, korkulu, kaygılı, stresli, karamsar, çaresiz, kararsız, endişeli, zavallı, acısı taze, çıkmazda, pişman, kabuslar gören, ağlayan, yas tutan, esaret altında, korktuğu başına gelmiş, suçluluk duygusu hisseden, menopoz, hormon bozuklukları olan, inkar mekanizmasında, akıl sağlığı bozulmuş, uykusuzluk sorunları yaşayan, bir çatışmanın ortasında kalmış, duygusal hayatında sorunları olan, kötü bir ilişkisi olan, bir bitişi kabullenemeyen, kayıp vermiş, hakkı yenmiş, zorbalıkla bir şeyi elinden alınmış, hayatına müdahale edilerek bir sayfa zorla kapatılmış, kendi kendini yiyip bitiren, kahrolan anlamlarına da gelir.

Kılıçlar  zihin, mantık, zeka ve iletişim ile ilgilidir. Kart bize; kafanızdaki soruların sizi rahatsız etmesi, başınıza gelebilecek her türlü olasılığı düşünmek, zihninizde sizi daha önce rahatsız eden ve kaçmayı başardığınız bir olayın tekrar geri gelmesi veya gelmek üzere olduğunu da gösterebilir. 

Ters Kılıç Dokuzlusu Kartı Anlamı

Tarot eğitimi ve açılımında Ters Kılıç Dokuzlusu geldiğinde korkuyu bırakmak anlamına gelebilir. Aynı zamanda iyileşme ve zor zamanlardan daha iyi bir yaşam biçimine geçmek anlamına da gelebilir. Ayrıca; alışmış, vazgeçmiş, tekrar iyimser ve umutlu, tekrar başa dönmüş, korkuları ve kaygıları azalmış, kendini affetmiş, acısı geçmese de azalmış, esaretten kurtulmuş, acısı dinmeye başlamış, yardıma muhtaç, gerçeği kabullenmiş, zor hayat yaşayan, istifa etmiş, tünelin sonundaki ışığı görmüş, kendini feda etmiş, kendini toparlamış, karanlıktan çıkmış, sorunlarını çözmeye başlamış, bir akıl hocasına denk gelmiş, yenilgiyi kabullenmiş, yaraları iyileşmeye başlamış, iç dünyasındaki çatışmayı sona erdirmiş anlamlarına da gelir.

Yaşanan durum kartı çeken kişi için depresif ya da karanlık bir durumdur fakat en azından bir çıkış yolu bulunmaktadır. Bu durum bazen birinin yardım eli sayesinde bu durumdan çıkmanın mümkün olmasıdır. Ters Kılıç Dokuzlusu aynı zamanda hapisten ya da karanlıktan çıkmak ile alakalı olabilir. Kartı gören kişi içinde bulunduğu durumdan çıkmak için iyi bir haber alabilir. Çıkmazda olanlar ya da çözümsüz sorunlarla uğraşan kişiler için bu kart ters belirdiğinde çözüm yolu açılabilir.

kilic dokuzlusu karti ve ask
Kılıç Dokuzlusu Kartı ve Aşk

Kılıç Dokuzlusu Kartı Ve Aşk

Kılıç Dokuzlusu Tarot aşk okumasında şu anda işlerin zor olduğunun bir göstergesidir. Bekarsanız, geçmişinize çok fazla odaklanmış olabilirsiniz. Bir ilişkiniz varsa, suçluluk duygusu ya da ihanetle karşılaşmış olabilirsiniz. Aşk hanesinde beliren Kılıç Dokuzlusu ilişkide karanlıkta kaldığımız bir noktaya vardığımızı gösterir. Bu kart aynı zamanda birçok yorumcu tarafından ayrılık arifesi olarak da yorumlanır. Yine de bu kanıya varmak için diğer kartlar da yorumlanmalıdır.

Aşk hanesinde ters beliren Kılıç Dokuzlusu ilişkide ufak da olsa bir umut ışığının belirdiğini söyler. Bu umut ışığı acıyı hafifletecek ve sonunda iyileşme olabilecektir. Kart aynı zamanda endişe ve korkuların artabileceğini fakat korkularınızın kafanızdaki kadar korkunç olmadığını gösterir. Suçluluk, pişmanlık, güvensizlik, zihinsel sağlık sorunları ile mücadele etmek ve sorunlarla yüzleşmekten kaçmayı da gösterebilir. Bekarsanız, geçmiş ilişkilerinizin sizde yarattığı üzüntü ve pişmanlıklar nedeniyle yeni bir ilişkiye girmeden önce sizin yeni ilişkilerden korkacağınıza işaret edebilir.

Kılıç Dokuzlusu Tarot Yorumu

Kılıç Dokuzlusu kariyer hanesinde tek kart olarak belirdiğinde işle ilgili bir konuda artık sonun yaklaşıldığına işarettir. Bu kart bazen kaçınılmaz bir bitiş ya da istenmeyen bir sonucun alınmasını da gösterebilir. Kariyer hanesinde beliren Kılıç Dokuzlusu işle ilgili karamsar bir durumda ufak da olsa bir umut ışığının varlığını müjdeler. Bazen aranan yardımın kılıçların gösterdiği yön itibarıyla batıdan geleceği ya da batıdan bir şehir ya da ülkeden çok büyük bir iş teklifi alınacağı ve bu teklif sayesinde içinde bulunduğumuz karanlıktan çıkılacağı anlamlarına da gelir.

Kılıç Dokuzlusu para hanesinde belirdiğinde maddi konularda durumun oldukça karamsar olduğunu gösterir. Para hanesinde ters beliren Kılıç Dokuzlusu parasal bir konuda karamsar bir duruma karşı bir umut ışığı olduğunu simgeler. Kötüye giden her şey bu kart ters belirdiğinde birden değişebilir ve hiç umulmadık bir yerden para ya da çözüm fırsatı gelebilir. Kılıç Dokuzlusu düz belirdiğinde sorun, ters belirdiğinde ise yaşanan maddi sorunun çözümü için ihtiyaç olunan şeyin elde edileceğini müjdeler.